Latin Amerika’nın eski elitleri sol yönetim döneminde etkilerini korudular. Askeriye ve ABD elçilikleriyle yakın bağlara sahiptiler. Komplolar, elitlerin özgüvenini inşa etti

Kuzeyden gelen soğuk rüzgâr

VIJAY PRASHAD / @vijayprashad

Latin Amerika’da, eski bildik tehlikeler, pusuda bekliyor. Venezuela’dan Bolivya’ya oradan Nikaragua’ya uzanan seçim zaferlerinin “pembe dalgası” (pink tide) geriye çekilmiş gibi görünüyor. Eski Sağ, ordunun yüksek tonunu yolsuzluk karşıtlarının yumuşak diline karşılık reddetti. Bolivya’da Evo Morales, kendisine dördüncü dönem başkanlığı verecek anayasal düzenlemeyi yapamazken, solun mevcut yüzü olan Venezuela’nın Bolivarcıları, seçimleri kaybetti. Arjantin’in seçmeni, Peronist Sol’u Bankacıların Sağı’nın lehine reddetti, bu esnada Brezilya’nın Dilma Rousseff hükümeti, medya grupları ve muhafazakâr merkez siyaset tarafından gelen tek taraflı düşmanlıkla karşı karşıya kaldı.

Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), barış anlaşması imzalayıp sandığa gitmeye hazırlanırken, Peru’da Geniş Cephe’den Verónika Mendoza başkanlık yarışının ilk kısmında makul bir iş çıkardı. Pembe dalga esnasında kurulan Latin Amerika için Bolivarcı İttifak, teleSUR ve çeşitli enerji birlikleri, hâlâ hayatta ve iyi durumda. Yeni politik akımlar ve bu tür kurumsal birlikler halkın tasavvurunda tesis edilen pembe dalganın göz ardı edilmesinin kolay olmayacağını ortaya koyuyor.

Latin Amerika Solu, Bolivarcı platformu inşa edebilmek için yüksek emtia fiyatları ve Çin’den gelen talebin yanında, bu durumdan da faydalandı. Hareket, bölgesel gelişme için kurumlar oluşturdu. Yerel para birimleriyle yapılan bölgesel ticaret, bölge devletlerinin yeni ekonomik yollar üretmesine olanak sağladı. Latin Amerika’yı arka bahçesi gibi gören ABD, Bolivarcılığın altını oymak için fırsatlar aradı. 2006’da, ABD Venezuela Büyükelçisi William Brownfield, Chavezcileri bölmek ve Chavez’in enternasyonalizmini izole etmek için bir strateji geliştirdi. Büyükelçilerin Bolivarcı sürece bağlı kalan hükümetleri istikrarsızlaştırma önerilerinin yanı sıra plan ve komplolar, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın WikiLeaks ile ortalığa saçılan yazışmalarında görüldü.

Obama yönetimi dikkatle Latin Amerika’ya odaklandı, fırsat 2009’da yakalandı; Honduras’ta Manuel Zelaya’nın sol hükümetine karşı darbe gerçekleşti. Obama, ordu destekli yeni hükümeti tanıdı. Bu, Latin Amerika devletlerine karşı daha saldırgan bir duruşa kapı açtı. Peru’da Ollanta Humala, Şili’de Michelle Bachelet, alelacele bankerlerce onaylanmış kabine üyeleriyle yola koyulup ABD hegemonyasıyla barış yaptılar. Chavez, 2012’de öldüğünde Bolivarcılar en karizmatik şampiyonu kaybetmiş oldular. Honduras askeri darbesi ve Chavez’in ölümü Latin Amerika’nın omurgası boyunca hissedildi. Söylendiği üzere ABD geri dönmüştü.

Latin Amerika’da pahalı emtianın ihracatından kazanılan para, sosyal refah programlarının fonlanması için kullanılıyordu. Örneğin Brezilya, Fome Zero (Sıfır Açlık) ve Bolsa Família (Aile ödeneği) programlarıyla saldırgan bir biçimde açlık sorunun üzerine gitti. Hükümetlerin yapamadığı eski egemen elitlerin ekonomik gücünü zayıflatmak ve bölgede üretim için yeni bir oluşum inşa etmek oldu. Fonlar kuruduğunda sosyal refah planları da dara düştü. Az sayıda alternatif gelir kaynağı kaldı.

Latin Amerika’nın eski elitleri sol yönetim döneminde etkilerini korudular. Askeriye ve ABD elçilikleriyle yakın bağlara sahiptiler. Komplolar, elitlerin özgüvenini inşa etti. Saldırıya geçmek için beklediler. Ekonomik zayıflık fırsat doğurdu. Kıta üzerinde, Şili’den Brezilya’ya kadar, hükümetlerin yolsuzluklarından bahseden haberler belirmeye başladı. Bu medya kuruluşlarından hiçbiri ne daha önce yolsuzlukla ilgilenmişti ne de eski elitler ya da onların partileri içindeki yolsuzluklara ilişkin haberlerin üzerine gitmişti. İkiyüzlülüğün sıcak nefesini hisseden Brezilya’da İşçi Partisi, Şili’de de Sosyalist Parti’ydi. Brezilya ve Venezuela’da sokaklara kalantorlar çıktı. Latin Amerika Baharı’nın unsurları bir araya gelmişti. ABD Dışişleri Bakanlığı’na bu ‘devrim’e isim vermek kalmıştı- Adı Tango Devrimi mi yoksa Bossa Nova Devrimi mi olacaktı?

Venezuela’da, geçen ay br haftada, üç lider vuruldu. Brezilya’da, bir hafta sonra MST (Topraksız Köylü Hareketi) üyesi iki aktivistin yanı sıra İşçi Partisi’nin kolu Mogeiro’nun başkanı öldürüldü. Amaç aktivistlere gözdağı vermekti. Uruguay’ın Geniş Cephe’sinden Lucía Topolansky halkı, bir “istikrarsızlaştırma operasyonuna” karşı uyardı. Meksika ve Şili’den sol liderler ve aktivistler bu düşünceyi paylaşıyor. Kuzey’den gelen soğu hava dalgasının eski elitlerin amaçlarıyla birleştiğini hissediyorlar.

Solcu direncin eli hâlâ sağlam. Ekvator’da Rafael Correa, Nicaragua’da Daniel Ortega, El Salvador’da Salvador Sánchez Cerén ve elbette Bolivia’da Morales’in yönettiği hükümetler ilerlemeci bir planı korumak için mücadele ediyorlar. Atmosfer onlara karşı, fakat yönetimler mücadeleye devam edecek gibi görünüyor.

MST lideri Joäo Pedro Stédile, Latin Amerika’daki ilerici güçlerin hükümetlerin yenilgileriyle ya da eski elitlerin saldırılarıyla zayıflamayacağını ileri sürüyor. Kitlesel direnişin özgüveni yüksek. Bu MST ve diğer sol güçlerin Dilma Rousseff hükümetini savunmak için sokaklara çıktığında gördük. Eski elitler, MST gibi kitlesel hareketlerin hükümetlerinin kadar kolay yıkılamayacağını fark edemediler. Latin Amerika kitlesel hareketlere yönelik şiddeti sineye çekmez. Toplumu, Başkanlık sarayını ele geçirdikleri yöntemle ele geçiremezler.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif