“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” deyişini biliriz. [1] Genellikle büyük bir işi başarmaktaki kararlılığı, bu uğurda mahvoluşun bile göze alındığını anlatır.

Bu deyişin, devleti öne çıkaranlar tarafından “ya güçlü devlet olacak ya da kuzgunlara leş olacaksın” anlamında kullanıldığını da görüyoruz ya, pek inanmamak lazım.

Nedenine gelince, öyle siyaset felsefine, ya da iktidar ve güç aforizmalarına girişmeyeceğim; yalnızca, zor günleri ve acıları, kaygıları ve umutsuzlukları bol olan bu ülkede, toplumun korkularını kullanarak kunduzların başa geçmesine oldukça sık rastlandığını hatırlatmakla yetineceğim. Zaten güçlü devlet veya iktidar isteyenlerin “kunduz” olma ihtimali de büyük.

Kısacası “iktidar bozar” diyorlar, doğrudur; ama bir de zaten niyeti bozuk olanların iktidar olması var ki, bu ülkede böylesi hiç az değil! Mesela devlet ve statüko karşıtlığını dillerine dolayarak iktidara gelenleri gördük; sonra ne oldu? Asıl dertlerinin devlet ve statüko değil, “kendilerinin devlet olmaması” olduğu ortaya çıktı. Öyle bir “devlet” oldular ki, yasamadan yürütmeye, yargıdan bürokrasiye, medyadan üniversiteye “ o devletin sazı” çalınmaya başlandı. Tabii, birçok masal eşliğinde...

Bugün de kuzgunlar ve masallar devrede. Bir yanda, ele geçirilmiş devleti bırakmak istemeyenler var; bu yüzden ülkeyi ateşe vermenin gerekçeleri yaratılmakta. Öte yanda, kendi gücünün geri plana itilmesini kaldıramayanlar var; onlar da Kürt meselesinin siyasete aktarılıp Meclis’e girmesini kundakladıklarını görmezlikten gelip, silaha sarılmanın haklılığı masalını okumaktalar.

Örneğin 400 milletvekili sağlanıp hükümet kurulsa, anayasa değişseymiş bu facialar yaşanmazmış! Sormak lazım: Koalisyon hükümeti tek parti hükümetinin yapacağı işi neden yapamaz olsun; fırsat mı verdiniz? Ya da AKP iktidarı hâlâ hükümet değil mi; 400 milletvekili alsaydı hükümetin alacağı tedbirleri şimdi bu hükümet niye alamıyor? Ya da, çatışmasızlık sürecinde PKK silahlanırken, neredeydiniz? Bir de, bu sözlerden, Erdoğan’ın bugünkü içler acısı durumu kendi iktidarı ve başkanlığının gerçekleşmemesine bağladığı yolunda bir anlam çıkaranlara veryansın ediyorlar; nasıl bu anlamı çıkarırlarmış! Oysa söyledikleri ortada ve dediklerinin başka bir anlamı da yok!

Yalnız kızmıyorlar, saldırıyorlar da... Yandaş gazetelerde içler acısı hakaretler yetmezmiş gibi, Erdoğanın konuşmasını haber yapan Hürriyet gazetesi’ne taşlarla, sopalarla saldırıyorlar. Başlarında da AKP Gençlik Kolları Başkanı ve milletvekili olan bir zat var. Aslında bu zatın oradaki haykırışları, Erdoğan’ın ne söylemek istediğini açıkça ortaya koymakta: 1 Kasım seçimlerinin sonucu ne olursa olsun Erdoğan’ı başkan yaptıracaklarmış! Erdoğan başkan olduktan sonra da, “sadece Aydın Doğan medyası değil, bütün HDP’siyle, PKK’sıyla, bütün terör örgütleriyle ve ilk başta da Fethullahçı terör örgütüyle, onlar defolup gidecekler” miş!

Defetmeyi, pek başkanlık sonrasına bırakmadıkları da görülüyor. HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ 128 yerde HDP binalarına saldırıldığını söylemekte. İçişleri Bakanı ise, 69 parti binasına saldırı, 7 ilimizde toplam 30 ev ve işyeri ile 8 aracın hasar gördüğünü açıklamakta.

Ölümleri, saldırıları, yaşanamaz hala gelmiş yerleri, tecrit edilmiş ilçeleri ile bu cinnetten çıkmak için, basiret çağrılarının yetmediği/yetmeyeceği de ortada. Kuzgunların gözü kara, sesi yüksek! Barış umudu ve güveni diriltmek için daha anlamlı şeyler söylemek, daha kalıcı adımlar atmak gerekmekte.

Bu noktada HDP’nin konumu herkes için çok önemli. Kuşkusuz HDP’nin bu sorunun çözümünde tek aktör olmadığı, hatta zayıf bir aktör olduğu söylenebilir; doğrudur da. Üstelik terörü hortlatanların, ülkeyi kana bularken, HDP’yi ve siyasal çözümü güçten düşürüp işlevsiz bıraktıkları da bir gerçek; istedikleri bu olsa gerek. Bu nedenle de, PKK ile HDP’yi birbirinden ayırarak, HDP ile siyasete şans vermemiz gerekmekte. HDP ve onunla birlikte siyasal çözüm güçlendirilirse, şahinlerin gücünün azalacağı, silahların geri çekileceği beklenebilir. Unutmamak gerekir ki, bu savaşta Kürt halkının kaybı daha da büyük. Yıllardır zaten canının yanmasından bitap düşmüş durumda; şimdi, yine aynı acı, ölüm ve yersiz yurtsuzlukla karşı karşıya. Sayısını bilemediğimiz kadar gencini toprağa vermekte. Üstelik bu kez terör olayları, yalnız barışa değil, onların haklılığına da zarar vermekte.?

Sonuç olarak, başta dediğim gibi, devlet, güvenlik, barış masalları altında “kuzgun devlete, toplum leşe“ denilecek bir hal ve gidiş içindeyiz. Bugün kaygılarımız büyük, yarın içinse daha korkuyoruz. Siyaset ve umut devreden çıkınca, iç içe yaşayan halklar için karşılıklı kırımların nasıl önleneceğini de bilen yok. Bu çemberden kurtulmanın tek yolu ise, her iki tarafta “iktidar delisi kuzgunları” devreden çıkarmaktan geçiyor. Siyasetçisinden sokaktaki vatandaşa kadar, herkesin bunu bilmesi, buna göre davranması gerekmekte.

[1] Kuzgun, karga familyasından kuş; karakarga.