İçimizde taşıdığımız cehennem, kentlerimizin cehennemine karşılık geliyor.

İçimizde taşıdığımız cehennem, kentlerimizin cehennemine karşılık geliyor. Kentlerimiz zihniyetlerimizin ölçüsü.
 Ölüm istenci yaşama coşkusuna öncülük ediyor ve hangisinin bize esin kaynağı olduğunu ayırt edemiyoruz. Tekrarlanıp duran işlere koşturuyor, doruklara yükselmekle övünüyoruz…
Fırtınalı  bir gecenin dinmeyen şimşekleri gün ışığı karşısında neyse, kentteki hadiselerin yapısı da böyledir. Zorlu, kıstırıcı, kışkırtıcı, inkâr edici, tutkuyla peşinden gidilesi ya da sıradan bir çiğlikte bozguna uğratıcı…
Akışa, olabilitelere yer vermeden hayatı kuşatmalı.  Zamanımızın karakterine söz hakkı tanımadan onu boğazlamalı.  Gündelik hayat coşkuları, heyecanları yok saymalı. Sınıflar arası uçurum giderek arttırılmalı. Çünkü, her şey planlı. Durumlar öngörülerle saptanmış, legal cezaevleri yaratılmış.
Kentimizde beliren akıl dışı yasaklar, zihnimizi kemirirken; sonuçlanamayan davalar, derinleşen korkular… Başka bir deyişle ruhun para ile imtihanı. Sessiz kalırsan beslenirsin. Konuşursan, özgürlük gibi bir arayışa falan düşersen; meçhulde bitersin.
Puslu şafaklar sökerken, İstanbul Film Festivali, zamanı yırtıyor, bir direniş hattı yaratıyordu… Tarifi zor, dağınık savruk günlerdeyken; La Commune bir kaçış çizgisi gibi belirdi.
Peter Watkins'in, 2000 yılında Paris komünü üzerine yaptığı 6 saatlik muazzam tiyatral kurmaca-belgesel film; mutlaka görülmeli…
İzlediğimiz, komünden ziyade anaakım medya ile alternatif medyanın farkının aktarılması. Sınıf mücadelesinde önemli bir mevzi oluşturan kitle iletişim araçlarının rolü ve kitlelerin uyutulması işleminin aşamaları belgeselin dikkate değer yanı.
Bin sekiz yüz yetmiş bir yılında iki aylık bir düş… Sosyal Demokrat ve sosyal cumhuriyet sloganıyla, proletaryanın yönetimi ele geçirmesi…
Süresi ne olursa olsun devrimci harekettin umut kaynağı olmuş bir kent bir an…   
"Paris komünü üzerine tezler"le bitirelim… Guy Debord, Attila Kotanyi, Raoul Vaneigem.
4.Komün'ün tutarlı bir örgütsel yapıdan yoksunluğunun haklı bir eleştirisini yapmak kolaydır. Ancak bugün siyasi yapılar meselesi, Bolşevik tipteki bir yapının mirasçılarına oranla bize çok daha karmaşık gözükürken; komün'ü, tüm hatalarının üstesinden kolayca gelinebilecek, yalnızca modası geçmiş bir devrimci ilkelliğin örneği olarak görmek yerine, bütün gerçekliği henüz keşfedilmemiş ve tamamlanmamış pozitif bir deneyim olarak değerlendirmenin zamanı gelmiştir.
7.Komün, bugüne kadarki yegane devrimci şehircilik uygulamasını temsil etmektedir --yaşama hakim örgütlerin korkutucu işaretlerine gördüğü yerde saldırmak, toplumsal alanı siyasi anlamda kavramak, herhangi bir anıtın masumluğunu kabul etmeyi reddetmek. Bu saldırıyı "lümpen-burjuvazi nihilizmi", "pétroleuses sorumsuzluğu" olarak küçümseyen herhangi birisi, bunun mevcut toplum içindeki pozitif değerine ve neden korunmaya değer olduğuna inandığını açıklamalıdır (sonuçta neredeyse her şey ortaya dökülecektir). "Tüm alan hâlihazırda düşman tarafından işgal edilmiştir… Bu işgalin yokluğunun olduğu bazı bölgeler yaratıldığında, otantik şehircilik ortaya çıkacaktır. Yapı dediğimiz şey orada başlar. Bu, modern fizik tarafından geliştirilen pozitif boşluk kavramıyla açıklanabilir"