Son günlerde Başbakan’ın diline dolanan kelime: Ajitasyon!  Erdoğan, önce ‘Açız’ diyen Tekel işçileri için AKP İl başkanları toplantısında,

Son günlerde Başbakan’ın diline dolanan kelime: Ajitasyon!  Erdoğan, önce ‘Açız’ diyen Tekel işçileri için AKP İl başkanları toplantısında, “Şu anda aç sefil olarak böyle bir ajitasyon yapıyorlar” dedi, bir başka konuşmasında da “ırkçı ajitasyon”a dikkat çekmişti.
Ajitasyon kelimesi, solcuların jargonunda önemli bir yer tutar ve bu kavramı en çok onlar kullanır. Ajitasyon ve propaganda devrimcilerin çalışma tarzlarının esasıdır, çünkü devrimci bir örgütlenme ancak böyle bir siyasi çalışma sayesinde vücut bulabilir.
İşçiler ajitasyon yapıyormuş! Harika! Yahu şu gezegende zaten işçinin işçiye, diğer emekçilere yaptığı ajitasyondaki etkiyi hiçbir devrimci örgüt yaratamaz ki. Böyle bir ajitasyon ardından gelen sıkı bir örgütlenmeyi de hiçbir karşı devrimci güç alt edemez.
Televizyonlarda başka emekçiler, ezilenler mutlaka Tekel işçilerinin direnişine bakıp ibret alıyorlardır. Nitekim Başbakan da bunun sonuçlarını gördüğünden korkuyor, ajitasyonun başkalarını da harekete geçirmesinden, bu direnişin tekrarlanmasından, “yol” olmasından ödü kopuyor. (Öte yandan, aynı işçiler, mesela “yeni” sol parti tartışmalarında “artık sınıfsal söylemleri bırakmak gerektiği”ni ifade eden Ahmet İnsel gibi arkadaşları da ters köşeye yatırmış olmuyor mu?)
Her neyse, bu işçiler hakikaten devrimcileri-solcuları da ajite ediyorlar. En önemlisi toplumun geniş kesimlerini ajite ediyorlar, toplumsal vicdanı sızlatıyorlar. Vicdan, sınıfsal bilincin kapısını aralıyor.
Vicdan + Bilinç = La conscience!
Kendi payıma, 20 yıl kadar önce (“Anne Bak Kral Çıplak!” adlı kitabımda) bu denklemi kurabildiğimde, kafamda bir şey adeta çıt etmişti.
Bilinç, olmuş bitmişi ve olup bileni kavramak, böylece olması imkân dâhilinde olanı bilmek, anlamak, tanımaktır. Bilinç, kendimizden hoşnut olmamızı engelleyen nedenleri-sorunları kendi başımıza bilişimizdir... Kendi halinde bir birey olmaktan vazgeçişimizdir... Bu sayede eşitlik ve özgürlük gibi kavramların içeriğini FARK EDİŞİMİZDİR.
Vicdan ise iyi olan ile kötü olanı ayırt edebilmektir. Dünyadaki kötülükleri bilmek ile yetinememek, kötü bir dünyayı iyi bir dünya, “başka bir dünya” ile değiştirmeyi ihtiyaç olarak HİSSETMEKTİR. Vicdan, bu bilgilerden kaçamayışımız, bunların çözülmesi gerektiğini ve çözümlerini bildiğimiz zaman da bunların çözümünden hiç bir şekilde kaçamayışımızdır.
İşte bu yüzden bilinç, vicdandır. Çok ilginçtir, bilinç ve vicdan, Türkçedeki bu iki kavram, Fransızcada tek bir sözcükle ifade edilir: la conscience! … Tarihte Fransızlar, belki de, bilinci ve vicdanı tek bir sözcük ile kavramlaştırmayı keşfettikleri için peş peşe devrimler yapabilmişlerdir.
Şimdi Tekel işçileri kendilerinin farkına vardıkça, kendilerini bilinçlendirdikçe, toplumun vicdanını ajite etmiyorlar mı? Bilinç ile vicdanı tekleştirmiyorlar mı?
Elbette ham hayal kurmuyorum. Elbette tek başına Tekel işçisi direnişinden mucize beklemiyorum. Ama sadece bu direnişin bile, yüzümüze kapalı kapıların aralanmasında nasıl bir imkân sağladığını görünce... Herkes gibi ben de ajite oluyorum!
Evet, bir kapı aralanıyor. İmkânsız denilenin mümkün olacağını kanıtlayan bir tecrübe yaşanıyor. Sıradan ve sahici, vicdanlı ama bilinçsiz milyonlarca insan için, başlarına gelen belanın sebeplerini sorgulama imkânı işte böyle “sade” bir yoldan yaratılıyor. Bu belanın kapitalist niteliğini, krizlerin nedenini ve çarenin nasıl “başka bir düzende” aranması gerektiğini sorgulamanın da sırası geliyor.
En önemlisi işçiler, Darbecilik ile onun sayesinde palazlanan İslami sermaye arasındaki ortak noktaların, direniş çadırı önünde oturan türbanlı ile ciplerdeki türbanlı arasındaki farkın, yani birçok benzemezin, zıt görünenin aslında birbirleriyle bağlantılı bir bütün oluşturduğunu teşhir ediyorlar. Emekçilerin ak vicdanı, AKP’nin kara vicdanına kafa tutuyor.
Çünkü işçiler direniş çadırlarında, işte burada, geçici de olsa kendi sahici ülkelerinde ve demokrasilerinde yaşıyorlar. Bir arada yaşıyorlar! Burada Kürt işçi, Kemalist işçi, Müslüman işçi, Alevi işçi, Solcu işçi... Burada herkes işçi! Bir arada yaşayabilmenin tek yolunun bir arada direnmekten geçtiğini ispatlıyorlar. Sadece sınıf meselesine değil kimlik meselesine de çare buluyorlar.