Devlet büyük bir operasyon yapıyor, MGK karar almış, ordu aylarca hazırlanmış, her detayı düşünülmüş. Yakılarak ölenler, kurşunla vurulanlar oluyor ve dava açılıyor.

21 yıl sonra davanın geldiği yer:

Deliller kayıp.

Operasyonu yapanlar sahte isimle kaydedilmiş.

Kamera kayıtlarındaki askerlerin kimliği belirsiz.

Telsiz görüşmeleri ortada yok.

Rütbeliler de “Bir daha olsa yine yapardık” diye ifade veriyorlar, gururla.

Adına “Hayata Dönüş” denen operasyondan bahsediyorum, memleketin bugünkü halinde katkısı olan köşetaşlarından biri olan katliamdan. 19 Aralık 2000’de, 21 yıl önce düzenlenen operasyonda, “Tufan” planının uygulandığı Bayrampaşa Hapishanesi’nde kadın mahpuslar yakılarak öldürülmüş, sağ kalanlardan bazıları ağır yaralanmıştı. O dönem er olarak operasyona katılanlarla rütbeli askerlerin yargılandığı dava halen devam ediyor.

Davanın son duruşmasında mahkeme, 21 yıldır ilk kez, operasyon tutanağına sahte sicil numarası yazanlar hakkında suç duyurusu yapılmasına karar verdi.

Kayıtlara sahte isim yazıldığı nasıl mı ortaya çıktı?

27 Ekim 2005'te İl Jandarma Komutanı Ünal Karaosmanoğlu imzasıyla mahkemeye gönderilen yazıya göre, operasyonun tutanağını düzenleyen personelin isimleri şöyleydi: Emekli Yüzbaşı Zeki Bingöl, Yüzbaşı Ömer Arık, Yüzbaşı Hüseyin Pir, Yüzbaşı Ahmet Koçyiğit, Yüzbaşı Ahmet Eş.

6 yıl sonra, 2011’de mahkeme yine jandarmadan başka bir yazı gönderildi. 27 Eylül 2011 tarihli, Albay Sadık Köroğlu imzalı yazıda “Tutanaktaki sicil numarasına sahip muvazzaf ya da emekli personelimiz yoktur” deniyordu. Diğer iki sicil numarasına sahip olduğu söylenen personelin isimleri de ilk açıklamayla farklıydı. Yani, operasyona katılanların isimleri saklanmak istendiği için kafadan atılan sicil numaraları yazılmıştı. Emekli Yüzbaşı Zeki Bingöl ile o dönem konuşmuştum, “operasyonu düzenleyenlerin isimlerinin bilindiğini, operasyonu kimin yönettiğinin belli olduğunu ancak bu kişiler korunmak istendiği için ve dava sürecinin uzatılması amaçlandığından isimlerin açıklanmadığını” söylemişti.

Sadece tutanak değil, operasyon görüntülerinde yer alan, yüzleri dahi görünen askerlerin kimliği de gizleniyor. Mahkeme dosyasındaki VHS kaseti kaydında operasyondan görüntüler var. Bu görüntülerde bazı askerlerin yüzü açıkça görülüyor. Ama 21 yıldır isim soran mahkemeye Jandarma Genel Komutanlığı’ndan gelen yanıt aynı: Kimliklerini tespit edemedik. Mahkemeye son verdikleri yanıt, “bilgi teknolojileri iletişim başkanlığına da bir sorun” oldu. Hakim görevini yaptı, sordu. Ama operasyonu düzenleyenlerin “bilmediği” ismi, BTK çözebilir mi? Sanmıyorum. (Bu arada bu kasetin varlığı da tesadüfen ortaya çıkmıştı: Adli emanette kaydı olmayan kasetin izine, Adli Tıp raporundaki, içinde “VHS” geçen bir cümleden ulaşılmıştı.)

Operasyonda kaybedilenler bununla da sınırlı değil. Mahkeme 3 Mayıs 2018’deki duruşmada, operasyonun telsiz kayıtlarının kayıtlı olduğu ortaya çıkınca bu kayıtların dosyaya gönderilmesini istemişti. 3 yıl geçti, yanıt yok. Geçen hafta aynı kayıtlar yine istendi, yanıt gelecek mi? Zannetmiyorum.

Tahmin edileceği üzere, deliller de kayıp. Daha operasyon günü ortadan kaybedilen balistik delilleri (yok edilen mermi çekirdekleri gibi) bir yana, bazı delillerin kaybedildiği 14 yıl sonra anlaşılmıştı. Şubat 2014’te mahkemeden, adli emanette bulunan altı çuval delilin incelenmesi istendi. Yıl 2021. Mahkeme daha geçen hafta, bu çuvalların incelenmesi için hakim görevlendirdi. Eşyaların halen delil niteliği taşıyıp taşımadığı belirsiz.

21 yıldır, her şeyin kayıtlı olduğu net olan bir kurumun, yargıyla dahi dalga geçercesine belgeleri gözümüzün önünde kaybedişini izliyoruz.

Devletin pratiği dün neyse bugün de o: Koridorlarında her şeyin kayıtlı olduğu ama o koridorları labirentten ibaret bir yapı. Bugünkü suçların delilleri hangi koridorlarda gizli, bilmiyoruz.