Evet, feminizm herkes içindir. Ancak eşitsizliği yaratanların, bunun ortağı olanların yaraya derman olmasını beklemek saflıktır.

Laf yerinde ağır

BirGün/KADIN

Özgürlük ve eşitlik mücadelemiz hızlandıkça ve taleplerimiz kitleselleştikçe mücadelenin seyrine ve geleceğine dair tartışmalar da hızlanıyor. Fakat tüm bu tartışmaların, gerçekçi ve örgütlü bir kadın hareketi içerisinde ifade edilemediği oranda gerçekliğini yitireceğini da akılımızda tutuyoruz. Tartışmaların haklarımızı savunabilecek ve eşit bir geleceği kurabilecek bir kadın hareketinin bugününü ve yarınını konuşabilmek için bir imkân sağladığı da düşünülebilir. Bu sebeple yapılan her tartışma ancak kadınların eşitlik mücadelesine yarar sağlayacaksa anlamlı olacaktır. Bir başka deyişle, laf yerinde ağırdır; kiminle hangi düzlemde tartışıldığı elbette içerik kadar önemlidir.

Nitekim bu her şey için geçerlidir, akademik düzlemde ‘terbiyemizden’ söz edilecekse örneğin; AKP’li bürokratların üniversitelerden direnişle kovulmasından, intizam içerisinde sürmesi beklenen eğitim seminerlerinde gerçekleşen muntazam protestolardan bahsedebiliriz. Kapısına kilit vurulmuş üniversiteler, diline kilit vurulmuş akademi ise...

Geçen günlerde yapılan bir eğitim seminerinde Sümeyye Erdoğan ile birlikte katılan akademisyenler sosyal medyada büyük tepki topladı. Bu yazıyı kaleme alma fikri de bu tartışmalar üzerine açığa çıktı. Bir tarafta Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) yönetimindeki Sümeyye Erdoğan, diğer tarafta ise biyolojik babası Recep Tayyip Erdoğan olduğu için onu protesto etmek zorunda olmadığını söyleyen akademisyenler.

Kadınların varoluş mücadelesinin toplumsal süreçlerin gerçekliğinin dışında tutulamayacağı konusunda hem fikirsek eğer, “Yasa yapıcılar tüm hukuki, ekonomik ve din gücüyle orada otururken kadınlar ve tüm cinsel kimlikler için özgürlük ve eşitlik mümkün müdür?” sorusuna yanıtımızın da ortak olduğunu varsayabiliriz. ‘Kimlerle yan yana değiliz ve kime karşı sorumluluğumuz var?’ bunları bilebilmemiz için dünden bugüne adım adım inşa edilen gerici toplumsal cinsiyet rejimi ve kadın düşmanlığını bir kenara bırakmayı bile içimiz elverebiliyor. Hiç değilse milyonlarca kadının doğrudan hayatlarını tehlikeye atan İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması hâlâ gündemimizdeyken oturdukları koltukların altındaki düzlemi alaşağı edecek, toplumun her zerresine işleyen bu karanlığa karşı mücadeleyi yükseltecek devrimci, sol, feminist politika etrafında toplumsallaşmış bir kadın hareketini örgütlemenin yaşamsallığına bu ortak cevaplar üzerinden varabiliriz.

Evet, feminizm herkes içindir, eşitsizliğin hayatlarını değiştirdiği herkesin yan yana gelmesidir. Ancak o eşitsizliği yaratanların, bunun ortağı olanların yaraya derman olacağını beklemek en sade haliyle saflık olarak düşünülebilir.