Hep karanlık, hep kötülük. Ses çıkartmalıyız, daha da önemlisi paylaşmalı mücadele hattını büyütmeli, diri tutmalıyız derken ne olup bittiğiyle ilgilenen bizler güne içimiz kapanmış başlıyoruz. Değişim için izlemekle kalmamak bilinciyle elimin uzandığı her alanda direniyor, bazen de yazdıklarımla sizlere sesleniyorum. Bakıyorum da çokluk iç kapatan konularla buluşuyoruz. Umuda sımsıkı bağlı biriyim. Umutsuza sebep göstermek isteyenlerdenim. İyilikleri yazayım istiyorum. İşim zor. Ama bugün size en yaralı doğamızın en sevgili direnişçilerinden bahsedeceğim.

Birkaç gün önce gazetemizin manşetindeydi. Kasa boşaldıkça ekonomiye sıcak para bulmak isteyen iktidar, vatan toprağını karış karış satışa çıkarıyor. Üzerinde bir dikili ağaç olmayan kara parçaları için efelenen, kürsülerde savaş çığırtkanlığı yapanlar elleri kalem tutunca ülkeyi satmaya imzalar atıyorlar. Barış kelimesinden vatan hainliği icat edip ‘ecdadımız’ diye kükrerken sessiz sedasız 40 kentte kamuya ait tam 499 arsayı satışa çıkardılar. Yaklaşık 700 futbol sahası büyüklüğünde hazine arazisi satışta. Ormanlık alanlar, tarım arazileri kısaca en verimli, en faydalı topraklar. Talan bazen turizm bazen hizmet süsüyle yapılıyor. Satışa çıkan bölgelerin çoğu bu kez de Ege ve Akdeniz kıyılarında doğanın en güzel olduğu köşelerde.

Biz bugün Karadeniz’e çevirelim yüzü. Uzungöl Yaylası’nın “turizm” izinleriyle ne hale geldiğini görüp içi acımayan var mı? Yeşil Yol projesi, enerji santralleri ile “hizmet” diye halkın karşısına çıktılar. Hâlâ izlemediyseniz, Artvin’de, Rize’de, Karadeniz’in en verimli en güzel köşelerinde yaylaları beton yollarla birbirine bağlamak isteyen, dere yataklarını ‘ıslah edip’ (!) doğaya savaş açan ve her yıl öncekini aratan afetlere sebep olanlara direnen dört kadının öyküsünü izlemenizi öneriyorum. Eren Dağıstanlı’yı kiminiz İkizdere direnişinden, kiminiz Metin Lokumcu davasından, kiminiz kafes balıkçılığı, iklim değişikliği ve ekoloji mücadelesinden tanıyorsunuz. İkizdere direnişinin simge fotoğrafı haline gelen; karşısındaki kalabalık silahlı, zırhlı çevik kuvvet bölüğünün yolunu tek başına kesen Karadenizli kadını yansıtan “gücünün kaynağı haklılığı” adını verdiği fotoğrafla Gazeteciler Cemiyeti ödülünü almıştı. İşte şimdi Karadeniz’in her köşesinde sürdürülen doğa talanına karşı duran direnişin ön saflarında duran dört kadının hikâyelerini aktardığı Lafun Aykirisi adlı belgesel projesi ile yine gündemde Eren. Dört kısa filmle koca bir yaşam mücadelesinden damıtılanlar olanca yalınlığıyla kalbinizde yer edecek. İzledikten sonra gözleri dolmayan, umudu perçinlenmeyen, içini iyiliğin, haklılığın gücüyle temizlemeyen gelsin benden hesap sorsun.

Kadınlar pek çok kez hak mücadelesinde ön saflarda karşımıza geldiler. Antik çağdan bu yana doğayı koruduğuna inanılan figürlerin çoklukla kadın olması tesadüf değil. Gaea, Artemis, Kybele, Demeter ilk akla gelenler olsa da farklı kültürlerde, farklı inanışlarda doğayı ve geleceği koruyanlar kadınlar. Bu biraz anaçlık duygusundan, toprakla buluşma, gıdayı işleme, doyurma sezgisinden biraz da hep en çok ezilen, baskıya uğrayan olmaktan kaynaklı. Ege’de zeytinlerin önünde, doğuda hak mücadelesinde hep önde güçlü kadınlar var. Karadeniz kadınları ise bambaşka. Çetin doğanın yetiştirdiği, doğaya sevdalı çetin kadınlar onlar. Öyle sahici, öyle içten ve kararlı anlatıyorlar kendi öykülerini. Mücadele deneyimlerini ve değişimi anlatıyorlar. Ben “derenin kızıydım, çocuğuydum” diyor Melahat Ertaş Alişan. Viçe’de (Fındıklı’da) yapılmak istenilen Hidroelektrik Santrali (HES) projelerine karşı yıllardır derelerine şirketleri sokmayan yurttaşlardan biri. Evlendiği günün ertesi sabah gün doğmadan dereye kaçmış Melahat ana. “Öyle sevdaluyum derelere” diyor. Bu sevda nedendir? Nasıl ve neden düşmüştür Melahat ana bu sevdaya? İşte bütün mesele burada saklı. Su hayat, doğa yoldaş. Ekmeğini topraktan alan sağlık, mutluluk ve huzurun kaynağından haberdar. Onlar bize koca bir hayatın tecrübesini, gerçeği anlatıyorlar. Beşli çeteye doğayı kurban seçenler; karanlık kalplerini tıkalı kulaklarını bu 10’ar dakikadan az video röportajlara açsalar bile dünya değişir. “Memleketin yükünü kadınlar çekiyor!”, “bizim çayımızı millete dağıtıyor da bize bir teşekkür bile etmiyor, bize çürümüş kadınlar, kahpe kadınlar diyor. Annelerine diyor bunu!” Yeterince açık değil mi?

Rabia Özcan’ı Yeşil Yol projesine karşı verdiği direnişten hatırlayacaksınız. “Devlet kimdur? Ben halkım” sözleriyle gazetelere manşet olmuştu. “Havva anaydı” o. Rabia Özcan gençlere güveniyor. “Biz olmasak devletin ne işi var?” sorusu kadar net söyledikleri. “Dedelerimizin kemikleri sızlıyor” diyor. Ülkeyi satıp kaçan ecdadın peşinde güzellemeler düzenler neden duymaz Havva ananın sesini?! Ecdad, ata bize güvenli, verimli, huzurlu bir gelecek hazırlayan, ailemizin devamlılığı için toprağına, doğasına sahip çıkan değil midir? “Doğayla oyun olmaz. Bu doğa seni öyle bir yerden yere vurur ki zaten nereden geldiğini şaşurursun.” Her yıl Artvin’de, Şavşat’ta, Kastamonu’da, Bartın’da, Sinop’ta doğa uyarısını veriyor.

Ayşe Baş, Rize’nin İkizdere ilçesindeki Eskencidere vadisinde taş ocağına karşı köyünü savunmak için yaşadıklarını, taş ocağının günlük yaşamlarına etkilerini anlatıyor. “Eskiden bizim öyle balımız olurdu, tencerelere sağar yemek gibi yerdik. Şimdi bal mal yok. İnekler bile satılacak. İki taşın arasına sıkıştırıldık” diyor. Komutanın “vur geç” demesiyle “örgütçü” olmuş Ayşe ana. Geçtiğimiz günlerde “komonistlerin hirsuzluğu yok, bişeysi yok” sözleriyle gündemdeydi. Solun değerlerini şeytanlaştıranlar, hak savunan herkesi istisnasız ‘örgütçü’, ‘terörist’ ilan etseler de haksızlığa uğrayan, hedefe koyulan mücadele veren iyiyle kötünün ayırdında. Vicdanlar uyanıksa!

“Bağırarak değil sakin kalarak anlatmak gerek” diyen Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan'ı 90’lardan bu yana uzun soluklu Artvin Cerattepe direnişinden tanıyoruz. Bilgiye, dayanışmaya mücadeleye, ortak akıla inanıyor. Artvin halkının en az yarısının şiddetle sınandığı süreçte yasal yollarla parlamentoyu, yetkilileri bilgilendirerek, anlatarak mücadeleyi kararlılıkla sürdüren Neşe hanım ve yol arkadaşlarıyla direnişte yan yana mücadele edenlerden biri olarak izlediğim bu dört onurlu kadının öyküsünü orada olan olmayan herkesin izlediğinde başka bir kavrayış ve duyguyla buluşacağını biliyorum. Eren Dağıstanlı ve arkadaşlarına ama en çok direnenlere, yılmayanlara ve umut olanlara bin teşekkür. İyi ki tanıdım, iyi ki omuz omuzayız. Ne olur siz de tanıyın onları.

30 Eyül’de Karadeniz’in doğası ve özgürlükler için direnirken öldürülen Metin Lokumcu davası Trabzon’da görülecek. Anısı ve mücadelesi önünde saygıyla eğilerek bıraktığı yerden devam ediyoruz. Sizleri de bekleriz.