AKP’li yıllar, Türkiye’de gericiliğin kurumsallaştırılarak egemen kılındığı dönemin adıdır. Birçok kesim bu can alıcı tartışmanın uzağında durmayı tercih etse de, laiklik kavramını ağzına almaktan utansa da, Türkiye’nin en temel sorunlarının ve gündemlerinin başında laiklik gelir. Çünkü Türkiye’de yaşanan bir dizi toplumsal sorunun (emek, kadın, inanç özgürlüğü, adalet, evrensel hukuk ve Kürt sorunu) çözümü, demokrasinin ön koşulu olan laiklikle doğrudan ve dolaylı ilişkilidir.

AKP’nin dinci politik yönelimleri, gerici uygulamaları ve en önemlisi dinin kurumsallaşmasını hedefleyen stratejileri incelendiğinde, hem düşünsel düzeyde hem de teolojik düzeyde hedef aldığı anlayışın merkezinde laiklik vardır.

Ülkemizde gerçek manada laik bir düzen olmadığı biliniyor. Ama laik yaşamı içselleştirmiş, sosyolojik ve toplumsal yaşamda karşılığı olan bir gerçeklik var.

AKP iktidarı ve siyasal İslamcı cemaatler, yerel ve merkezi iktidar avantajlarını, her alanda İslamileştirme amaçları için kullanıyorlar. Anayasa’da Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında sayılan laiklik ilkesine yönelik, çok yönlü saldırıyorlar.

Hatta, AKP hükümeti, İslamcı yapılar, liberaller ve kimi sol çevreler, laikliğe yönelik saldırılarda ortaklaşıyorlar. Farklı argümanlara sahip olsalar da, laiklikle kavgalılar.

Mevcut durumu laiklik sanarak ya da bugünkü dinci gericiliğe karşı geçmiş laiklik anlayışını savunanlar, AKP’nin elini güçlendiriyor. AKP ve İslamcı yapılar, laikliğe yönelik saldırılarını salt eleştiri düzeyinde tutmuyor, kendilerini, yani dinci gericiliği besleyerek bu düzeye getiren, “devlet kontrolünde dini büyüten laiklik” ile bugün bağını koparmak istiyor. Yerine ise gerçek laik düzenin, laik yaşamın ve laik siyasetin kurumsallaşmasına alan yaratmak ve imkan sunmak istemiyorlar.

Kamusal alanı ve kamu hizmetlerini “laiklik doğrultusunda” diyerek, laiklik ilkesine aykırı temelde dinselleştiriyorlar.

Gün geçmiyor ki, bu dinselleştirme çabaları, uygulamaları ve keyfiyeti artmasın. Örneğin son birkaç haftadır, doğrudan laiklik alanına dair gündemlerle meşgulüz. Eğitimin dinselleştirilmesi sürecini hızla yaygınlaşması ve kurumsallaşmasıyla birlikte, artık müfredat yoluyla bilginin de dinselleştirilmesi ve şeriatın ve cihatın genç beyinlere ekilmesi güncellendi.

Dinselleştirmenin sadece eğitim düzeyinde kalması istenmediğinde, öğrenilenin kamusal hizmete, kurumsallaşmaya ve uygulamaya dönüştürüldüğüne tanık oluyoruz. Örneğin Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders müfredatında namaz kılmayı öğretecekler. Öğrendiklerini uygulamaları için, şimdi de bir genelge ile okullara mescit açılması sağlandı.

Yine din derslerinde “Muamelat” ve “Ukubat” adlı ünitede İslam hukuku şeriat eğitimi verilecek. Şeriata göre evlenme, boşanma vb. kurallar, bu ünitede ele alınıyor. Buna paralel olarakda acele bir “Nüfus Hizmetleri Kanun Tasarısı” hazırlanıp, il ve ilçe müftülerine nikâh kıyma yetkisi verilerek, aynı zamanda şeriat hukukuna göre evlendirme memurları olması sağlanıyor.

Yani önce şeriatta muamelat ve ukubat eğitimi veriliyor ve sonra da bu şeri hukuka uygun evlendirme usulü kurumsallaştırılıyor.

Medeni kanuna göre, resmi nikâh sonrası her dini gruba mensup insanların kendi dini nikâhlarını kıymasında zaten bir engel yok. Olamaz da. Fakat bunun devlet eliyle yapılması, kamu bütçesiyle finansmanın sağlanması, mezhepçi bir kamu hizmeti olarak, anayasa’nın eşitlik ve laiklik ilkesine aykırıdır.

Mezhepçidir, çünkü yasa tasarısında farklı dini ve inanç gruplarını kapsamıyor, hatta tasarı da yer alan “Eşlerden birinin yabancı olması halinde evlendirmeye, (…) belediye evlendirme memurlukları ile nüfus müdürleri yetkilidir” denilmektedir. Özetle devletin imamı sadece Sünnilerin nikâhını kıyar. Böylece kamusal dini nikâh kıyma, evlendirme hizmeti laikliğe ve medeni hukuka aykırı olarak, ikili hukuka geçiş sağlanmış olacak.

Buna benzer birçok alanda, dinci eğitime denk düşen ve dinci uygulamaların kurumsallaşması sağlanmıştır. Sağlık ve sosyal hizmet kurumlarındaki mezhepçi “manevi bakım hizmeti” ve “Aile İrşat Bürolarını” bunlara ekleyebiliriz. Şimdi de “cihad” eğitimi müfredata eklendi. Dolaysıyla önümüzdeki dönemde “eğit-donat projesi” tekrar gündeme alınıp kurumsallaştırılırsa şaşırmayın.

“İki evlendirme kurumu olur da, iki peygamber ocağı olmaz mı?” diye sorabilirler.

Kuşkusuz, laik yaşam alanlarını daraltmaya, kamusal alanın dini esaslara göre düzenlemesini hedefleyen, gericilik saldırıları yeni şeyler değil. Geçmişte “cumhuriyetin kazanımları korumak” adına sürdürülen laiklik karşıtı uygulamalar ve saldırılar, bugün “cumhuriyetin ve laikliğin kazanımlarını bitirmek” adına yapılıyor.

Dün belki sadece sola karşı din adamı yetiştirmek, İslamcı cemaatlerin kutsal oylarının kıymetli olduğuna inanarak, dinci gericiliğe, laiklikten tavizler verildi. Ama bugün mesele sadece kutsal oy ya da sola karşı din adamı yetiştirmekle sınırlı değildir.

Bugün hedef çok daha büyük. Rejimin değişikliği ve devletin ele geçirilmesidir.

Konu oldukça uzun bir köşe yazısına sığmıyor. Kaldığımız yerden devam edeceğiz.