Siyasal İslam’ın laikliği tasfiyesine yönelik CHP’nin muhalefetsizliği kapitalist yıkımın bir tezahürüdür.

Laikliğin tasfiyesine sessiz kalınıyor

DR. GÖNENÇ UYSAL

CHP’nin laiklikle ilişkisini tarihsel-toplumsal koşullarında tartışmalıyız. Bu anlamda temelde 1947 öncesi ve sonrası diye bakabileceğimiz bir dönemleme yapabiliriz.

1923 devrimci kadrosunun açmazı şudur: din ve dünya işlerini ayıran, meşru iktidarın kaynağını ve toplumsal ilişkileri dünyevileştiren, vicdan özgürlüğünü koruyan laiklik ilkesi, dinin siyasal-toplumsal gücünün devam ettiği koşullarda ve CHP’de de temsil edilen ve bağımlı sınıflar üzerinde tahakküm ilişkilerini dinsellikle devam ettiren hakim sınıflara rağmen nasıl hayata geçirilebilir? Bu, Türkiye özelinde burjuva laikliğinin temel açmazını oluşturur. Bu açmaz kendini iki çelişkili süreç ile gösterir: Bir yandan dinin kamusal alandan tasfiyesi öte yandan kamusal alandan tasfiye edilemeyen dini unsurların modern kapitalizm ile uyumlu hale getirilmesi.

Dinin kamusal alandan tasfiyesi Cumhuriyet'in ilanı ve hilafetin kaldırılması (meşru iktidarın dünyevileştirilmesi), 1926 Medeni Kanunu (vatandaşların din-mezhep ayrımı gözetmeden kanunlar önünde eşit kabul edilmesi), Öğretim Birliği Kanunu (medreselerin kapatılması ve eğitimin sekülerleştirilmesi) gibi yasalarla sağlanır. Dinin toplumsal öneminin devam ettiği koşullarda din devlet aygıtının kontrolüne verilir ve ancak akıl ile yeniden yorumlanmış, aydınlanmış bir din yorumu kamusal alanda görünür hale getirilir. Kanunların şeriata uygunluğunu denetleyen Şer'iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılıp Diyanet’in kurulması aydınlanmış İslam yorumunun devlet aygıtının kontrolüne verildiğini gösterir. Bu yorum Sünni İslam’a dayandığı için laiklik ilkesi ile çelişir, zira diğer İslami mezhepler ve yorumlar dışlanmıştır. Yine de Kuran’ın Türkçeleştirilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi geniş halk kesimlerinin dine doğrudan erişimini sağlayan aydınlanmış yorum aslında dönemin koşullarında din-laiklik arasındaki çatışmayı laiklik lehine çözen bir süreçtir. Ancak, burjuva laikliğinin sınıfsal çelişkisi bu sürecin uzun sürmemesine yol açar.

1945 sonrası dünya düzeni sosyalist blok-kapitalist blok olmak üzere iki kutba ayrılır ve Türkiye kapitalist blokta ABD emperyalizminin hegemonyası altında yer alır. Bu Türkiye’nin Sovyetlere ve sol/sosyalizme karşı tampon görevi üstlenmesine neden olur. Zaten güçlenebilecek örgütlü işçi sınıfı hareketine karşı kapitalist sömürü ve tahakküm ilişkilerinin din örtüsü ile gizlenmesi Türkiye hâkim sınıflarının çıkarınadır. 1947’de CHP’nin muhafazakârlaşması, İslam dininin kamusal görünürlüğünün artırılmasıyla laiklik ilkesinden taviz verilmesine yol açar. 1925 Takrir-i Sükûn Kanunu ile kapatıldıktan sonra 1948’de yeniden yayımlanmaya başlanan İslamcı Sebilürreşad’ın yazarlarından Ahmet Hamdi Akseki, 1947 yılında Diyanet Başkanlığı'na atanır. Demokrat Parti ile daha çok muhafazakârlık yarışına giren CHP, 1948’de on haftalık imam hatip kursları açar, 1949’da “gönüllü” din dersini okul müfredatına koyar.

Bugün siyasal İslam, sermayenin emekçi sınıfların her türlü kazanımını tasfiye etmeye kararlı olduğu (ister eğitim, sağlık, barınma vb. sosyal güvenliğin tasfiyesi gibi maddi, isterse akılcılığın ve bilimsel bilginin temel alınmasının tasfiyesi gibi düşünsel); devlet aygıtının sermayenin hareketliliğini sağlayacak şekilde toplumsal-siyasi muhalefeti bastırdığı ve piyasalaştırma, özelleştirme, kuralsızlaştırma, esnekleştirme ve güvencesizleştirme rolünü üstlenecek şekilde yeniden örgütlendiği neo liberal düzeni, bu düzene emekçi sınıflar örgütlü ve bilinçli müdahale edemesinler diye uhrevileştirmektedir. Bu dünyadaki sömürü ve tahakkümü fıtratla, kaderle, tevekkülle açıklamaktadır. Neoliberalizm-İslamcılık amalgam iktidarı ile ne yazık ki düzen muhalefetinin bir unsuru olan günümüz CHP’sinin temelde bir sorunu yoktur. CHP’nin 1974’te siyasal İslam ile iktidar ortağı olduğu ve İslamcılığı devlet aygıtı nezdinde meşrulaştırdığı düşünülürse –CHP ve Milli Selamet Partisi büyük oranda emekçi sınıfları temsil etse de– CHP’nin bugünkü konumuna şaşırmamalıyız.

Bugün CHP siyasal İslam ile hem kamusal hem de özel alanın İslami dindarlıkla yeniden kurgulanması için adeta yarışır. Devlet aygıtının yasama, yürütme, yargı erklerinin dinsellikle yeniden örgütlenmesinde CHP bir beis görmez. Yargıtay’ın yeni adli yılı töreninde Diyanet Başkanı'nın duasına CHP en ön sıradan katılır. Emekçi sınıfları “seküler” ve “muhafazakâr” diye bölen siyasal İslam’ı, CHP laikliği “seküler yaşam tarzı”na indirgeyerek ve özel alana sıkıştırarak yanıtlar. Özel alana giderek daha şiddetli ve kapsamlı müdahale eden siyasal İslam’a karşı CHP kurtarılmış gettolar ve amorf pratikler önerir. Covid-19 salgını bahanesiyle fiili olarak uygulanan alkol ve eğlence yasaklarına CHP’nin çözümü “kulaklıkla müzik dinleme”nin ötesine geçemez. Siyasal İslam’ın 1923 devrimine ve CHP’nin devrimci kadrolarına saldırılarını, Cumhuriyet aydınlanmasının ve kadın-erkeğin kamusal alanda eşit varlığının simgesi haline gelen valse saldırıları gibi, CHP sessizce karşılar. Her ne kadar diğer düzen muhalefeti partileri gibi Şeyh Said anmaya –en azından şimdilik– cesaret edemese de siyasal İslam’ın bölge ülkelerine “model” gösterildiği, “proaktif” dış politikanın zirvede olduğu dönemde İslam Konferansı Örgütü’nün genel sekreterliğini yapmış Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çatı adaylığına seküler tabanından gördüğü tepki üzerine CHP “tıpış tıpış sandığa gidip oy vereceksiniz” diyerek yanıt verir.

1920’lerde ve 1930’larda devlet aygıtını ve toplumsal yapıyı yeniden örgütleyecek bir kurucu ile olarak laikliği temel alan CHP’nin, kâğıt üzerinde –en azından şimdilik– değiştirilmediği sürece siyasal İslam’ın gerici dayatması karşısında laikliğin tasfiye edilmesini sorun etmeyen günümüz CHP’sine dönüşmesi elbette Türkiye hâkim sınıflarının bağımlı sınıflara layık gördüğü yıkımla doğrudan bağlantılıdır. O nedenle CHP’nin tabanını oluşturan “seküler” emekçilerin kaderlerinin ve kurtuluşlarının “muhafazakâr” emekçilerle ortak olduğunun anlatılması, Türkiye sosyalist-soluna düşen en acil görevlerden biridir.