5 Mart 1924 sabahı Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in seçimle gelen ilk ve tek halifesi Abdülmecit ve ailesi, maiyetlerindeki 37 şehzade, 42 sultan, 27 kadınefendi ve eşleriyle birlikte, dönüş vizesi olmayan pasaportlarla Çatalca üstünden Türkiye’yi terk ettiler. Hilafet’in kaldırılmasına, Anadolu’dan veya dünyadan ciddi bir itiraz gelmedi -İngiliz yönetimine karşı çıkan Hint Müslümanlarını saymazsak eğer-.
Bu tasfiyeyi, din okullarının kapatılması, İslami tarikatların dağıtılması, tekkelerin ilgası ve kıyafet devrimi izledi. Böylece kültürel ve siyasal bir laiklik dönemi, hem de zincirleme başladı. Tarihte Akdeniz, Avrupa, Orta-Asya devlet ve halklarının tümünün tarihini belirlemiş olan dev bir İslami imparatorluk olan Osmanlının yerinde, artık çağdaş bir Cumhuriyet vardı.

Kemalist devrim, düvel-i muazzamaya karşı verdiği silahlı mücadelesi, ışıltılı reformları, dünyaya esin kaynağı olan büyük ilerlemelerine rağmen, hiç kuşkusuz bir burjuva devrimiydi, niyetleri arasında bir tarım devrimi bulunsa da, toprak devrimi hayata geçirmeyi hiçbir zaman başaramadı. Laiklik ile amaçladığı aydınlanmacı değerler, özellikle kırdaki sömürücü sınıfların – başta toprak ağaları- reddiyesiyle siyasal hayata kalıcı olarak elbette geçemedi, Köy Enstitülerinin kapanmasının sebebi de budur, bu aydınlanma okullarını, -ahlaksızlık ve namussuzluk yuvası-, diye karalayanlar, -en başta- bu toprak ağalarıydılar. Cumhuriyet onlara dokunmaya cesaret edemedi, ama onlar Cumhuriyet’e saldırmakta hiç tereddüt etmediler.

Öte yandan bu devrim, kurduğu Diyanet İşleri Reisliği ile dini kontrol altında tutmayı amaçladıysa da, bu kurum zamanla tüm gericiliğin merkezi haline geldi, yüz binlerce imam, cami, kuran kursu -kadını, çocuğu, kızı-kızanı hedef alan- binlerce yobaz fetvası- ile yaratıcısı olan Cumhuriyet’in cenaze levazımatçısı rolüne büründü. Cumhuriyet, kendi öz eserine boyun eğdi.

İslam İmparatorluğu yıkıldı, Halife kovuldu, ülke yüzünü batıya döndü diye epey sevinçli olan, Müslümanlık dairesinin en geniş bileşeni Alevilerin, Cumhuriyet tarafından resmi tanınmayışı da Laiklik devriminin zayıf kalmasına yol açtı, oysa tüm dünyada sadece katı bir doktrine sahip İslam’ı belki de yumuşatacak, Cumhuriyet’in laik ve aydınlanmacı değerlerini hızla yaygınlaştırabileceklerdi, olmadı, bitmedi, Dersim’de olanlar, garbe sürülenler, on yıl sonra yıkık köylerine dönenlerin gönlü de kırılmıştı, hiçbir zaman tamir olmadı.

Cumhuriyet devrimi İkinci Dünya Savaşı sonrası yenildi, DP döneminde dinsel uygulamalar çığ gibi arttı, Menderes, takipçilerine siz isterseniz Hilafet’i bile geri getirirsiniz, dedi. Amerika, sosyalizm ve Sovyetler Birliğiyle soğuk bir savaşın içinde, Marshall Yardımı’nı verdi, kuran kursları ve İmam Hatipleri aldı, Türkiye’nin sola kaymasını bundan böyle İslamcılar engelleyecekti, ülke kazandığı tüm değerlerden geriye dönme yoluna girdi. Son Padişahın ömrü vefa etmedi, ülkesini dünya gözüyle göremedi, 1944’te Paris’te öldü, 1952’de hanedanın kadın üyeleri, 1974 affıyla ise erkek üyeleri yurda döndüler. Bu simgesel dönüş çok şey anlatıyordu, dahası Cumhuriyet’i kuran CHP’nin Dersimli genel başkanının, Cumhurun başı olarak aday gösterdiği adam -Cumhuriyet’in ilânından neredeyse yüz yıl sonra- mecliste verdiği bir kanun teklifiyle, bu yaşlı hanedanın tüm üyelerine on bin lira maaş bile istedi, Cumhuriyet’in yenilgisine en son örnek –herhalde- CHP’nin bu vahim halidir.

Sosyalist sol da ne yazık ki, laikliğe uzak durdu, laiklik dendiğinde Kemalizm, faşizm, militarizm kalıplarını tekrar eden sol, bu alanı 12 Eylül generallerine terk etti -bu generaller aslında laikliğin köküne kibrit çaktı-, onun sandı, onun olmadığını anladığında da sahip çıkmadı. Sosyalizm bir sistem olarak çökünce meydan sadece İslamcılarındı, evvelden taşrada bile bir TÖB-DER’li, Pol-Der’li veya sendikacı vardı, artık onlar da çekildiler. Oysa sosyalizm Türkiye’de –İştirakçı Hilmi’yi saymazsak- burjuva devriminin, Cumhuriyet’in, laisizmin yarattığı siyasal toplumsal ortamdan doğdu, büyüdü, onu aşacak hiçbir proje geliştiremeden, rejim eski İslamcı yola geri döndü.

Bugün laiklik yok, İslamcılar onu, en son 12 Eylül’de boğazladılar, şimdi adını dahi Anayasa’dan silmek için harekete geçtiler, o halde bizim görevimiz laikliği kazanmak, yeni bir temelde ve yepyeniden kurmak, kalıcı bir aydınlanma için bayrağa onun adını yeniden yazmak.