Google Play Store
App Store

AKP gerici rejimini kurumsallaştırma yolunda Diyanet başta olmak üzere tüm imkânlarını seferber ederek kadınların yaşamlarını hedef alıyor. Doç. Dr. Fevziye Sayılan, ‘‘İktidarın İslami dönüşüm stratejisinin merkezinde kadın, aile ve toplumsal cinsiyet ilişkileri var’’ diyor.

Laiklik feminist bir meseledir
Sarya Toprak
Sarya Toprak
saryatoprak@birgun.net

Siyasal İslamcı iktidar kadınların tüm kazanılmış haklarını hedef alırken gerici rejimini kurumsallaştırmak istiyor. Bunu “aile yılı” altındaki gerici hamleleriyle yaparken Diyanet’i ise bu yolda seferber ediyor. Hutbelerle kadınların haklarını doğrudan hedef almaktan çekinmiyorlar. Miras hakkından giydikleri kıyafete kadar yaşamları hedef alınan kadınlar için laiklik mücadelesi ekmek gibi, su gibi elzem. Doç. Dr. Fevziye Sayılan ile kadınlar bağlamında laiklik tartışmalarını konuştuk.

Diyanet hutbelerinde kadının kamusal ve özel alandaki varlığının sınırlandırılmasının meşrulaştırılması, kazanılmış haklarının hedef alınması göze çarpıyor. Bu söylemlerin yaygınlaştırılması iktidar açısından nasıl bir işleve sahip?

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) yasal ve hukuki dayanaklarıyla belirlenmiş olan statüsünü umursamıyor artık. İktidarın toplumsal cinsiyet karşıtı konumunu güçlendirmek için seferber olmuş durumda. Şimdi iktidar blokunun büyük partisi olan AKP iktidara geldiğinde gerek Pekin-1995 sonrası oluşan olumlu hava ve kazanımlar düzeyinde ve gerekse Avrupa Birliği ile bütünleşme söylemleri hatırına da olsa, ilerici bir rol oynayan kadının insan hakları alanındaki ‘resmi politikayı’ sürdürüyor göründü. AKP aynı zamanda dindar muhafazakâr konumdan kadın, aile, toplumsal cinsiyet ilişkileri konusunda iddiası olan bir parti. “Kadın’ın adını” bu konudaki kamu politikalarına yön verecek olan Bakanlık’tan çıkararak başladı. Bu alanda adım adım ilerledi. Neoliberal dönemin sosyal devlet, istihdam ve örgütlü emek alanında yarattığı tahribattan yararlanarak kadın emeği, istihdamı ve aile alanındaki sosyal politikalara müdahalelerde bulundu. Kadınların çalışma hayatındaki konumunu güçlendirmeye hizmet etmeyen eğreti ve güvencesiz çalışmayı dayatan yoldan ilerledi. “Kadının asıl yeri evidir, ailedir” inancına hep sadık kaldı. Bu noktada sağdan esen küresel rüzgar da feminizm ve toplumsal cinsiyet karşıtlığını besledi. ‘Yerli ve milli’ feminizm karşıtı politika daha radikal bir pozisyona geçti. İktidar 2018’den bu yana daha açık biçimde toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı çıkıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Özellikle eğitim alanındaki toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili kazanımların tamamını kaldırdı, bilakis ‘Maarif Modeli’ ile cinsiyetçi eğitim politikalarına resmiyet kazandırdı.

İktidarın İslami dönüşüm stratejisinin merkezinde kadın, aile, toplumsal cinsiyet ilişkileri ve kimlikleriyle ilgili konular var. Bu noktada iktidarın cumhuriyetin yüzyılda yerleşmiş olan ‘fırsat eşitliğine dayalı toplumsal cinsiyet rejimini’ değiştirmek için bir hamle yapmaya hazırlandığını görmek gerekir. Toplumsal cinsiyet eşitliğiyle (kadın-erkek eşitliği) ilgili kazanımların anayasal ve yasal dayanaklarını tartışmaya açarak ilerlemek (miras, nafaka ile ilgili medeni haklar, aile ilişkileri, kadının toplumsal konumu ve temsil gibi konularda) istiyorlar. DİB bu süreçte kendisine biçilen başrolü oynuyor. İktidarın etkili bir ideolojik aygıtı olarak iş başında, kadınları eşitlik kulvarından atmak için toplumsal onay yaratmaya aktif biçimde çalışıyor.

Tabii işleri kolay değil, fırsat eşitliğine dayalı toplumsal cinsiyet rejimi içinde yetişen ve haklarının bilincinde olan milyonlarca kadın var, aynı zamanda daha geniş demokratik toplumdan gelen tepkiler var. Bu nedenle yerleşmiş olan seküler hayat tarzı ve toplumsal ilişkileri ‘hutbelerle’ değiştirmek kolay değil. Bu daha çok toplumsal kutuplaşmayı cinsiyet düzleminde keskinleştirmeye hizmet eder. Her hafta cuma günü, ülkenin dört bir tarafında yüz bin camide ‘hutbe’ adı altında bu tür söylemlerin yankılanmasının elbette bir etki alanı da var. İktidarın sosyal ağlarında hayatta kalmaya çalışan halk sınıflarından kadınların toplumsal konumunu ve yine her sınıftan kadınların hayatını etkiliyor mutlaka. Özellikle kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddet konusunda. Bu soruna zaman zaman üstünkörü değinmekle birlikte, kayıtsız kalan DİB’in kadın hakları konusundaki gerici söylemleri kabul edilemez. Kadın hareketi kendisine statüsünü, konumunu ve laik yasalara uymakla yükümlü olduğunu hatırlatıyor.

Fevziye Sayılan

Feminist hareket içinde “kadın mücadelesinin laiklik eksenli olması” gerektiği yönünde tartışmalar var. Sizce laiklik neden kadın mücadelesinin ana hattı olmalı?

‘Laiklik feminist bir meseledir’ diye başlamak isterim. Konuştuğumuz, tartıştığımız, kazandığımız ve kaybettiğimiz bu haklar meselesi laiklik varsa mümkün hale gelir. Dün de böyleydi, bugün de böyle. Bütün dinlerin ataerkilliği desteklediği, erkek egemenliğine dayandığını ve kadınların boyunduruk altına alınmasını onayladığını ve de ‘feminizm düşmanı’ olduğunu, her feminist bilir. Elbette laik ya da seküler yönetimler ve dünya düzeni de kadın dostu değil. Ancak sorgulamanın, itiraz etmenin ve değiştirmenin imkân ve koşullarını sunuyor, yani özgürlük ve haklar dünyasından bahsetmek için ön koşul laiklikle ilgili. Kadın haklarını hedef tahtasına koyanlar ve özgürlük alanları üzerinde yoğunlaşan baskılar karşısında bunu hafife almak gibi bir feminist tercih hakkı olamaz. Sanıyorum bu alandaki tartışmalar bununla ilgili değil. Eşitlik ve özgürlükle ilgili kadınların mücadele gündemi öyle kalabalık ki, doğrudan laiklikle ilgili olmayan ne var diye düşünüyorum. Bu noktada iç içe geçen gündemler olabilir. Genelleşmiş baskı, zorbalık ve sömürgecilik karşısında topyekün (dinci ve milliyetçi) direniş içinde, özellikle İslamcı coğrafyada böyle oluyor. Ama bizim gibi laikliğin anayasal ve yasal güçlü dayanakları olan ve dünyevi hayat tarzının başat hale geldiği bir ülkede, tehlikenin ve tehditin kaynağını iyi görmek gerekir. Bu kadınlara karşı ayrımcılık, taciz ve şiddet gündemleri olmadığı anlamına gelmez, bu iç içe geçme durumunun farkında olmak gerekiyor. Kadınlara yönelik ayrımcılığı ve şiddeti kışkırtanlar ve kadınların toplumsal ve hukuki statüsünü geriletmek isteyenler kimler diye sorduğumuzda yine başrolde laiklik karşıtı odakları ve söylemleri görüyoruz.

Kadın hareketi laiklik eksenli bir mücadeleyi nasıl toplumsallaştırır? 

Laiklik feminist bir mesele diyoruz, ancak bu sorunun sadece kadınları ilgilendirdiği ve onların omzuna yüklenmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Öncelikle kadınlar arası bağlantı ve dayanışmayı büyütecek girişimlere ve aynı zamanda demokratik kamuoyundan yeni müttefiklere ihtiyaç var, zaten de bu yönde gelişiyor tepkiler. Toplumsal ve ideolojik yeniden üretim alanlarında (eğitim sistemi ve halk eğitimi, eğitim-okul ve ailenin kesişim alanlarıyla ilgili kreş, çocuk bakımı, aile rehberlik birimleri ve kadın istihdam gibi sorunlarla ilgili olarak) sorunları tanımlama, izleme ve ortak bilinç yaratma konusunda birliktelikler oluşturmak geliyor akla. Aynı zamanda varolan ‘laik eğitim, demokratik eğitim’ gibi platformlarda feminist söz oluşturmak da bir yol. Bu alanlar boş değil gördüğüm kadarıyla, süren bir karşı duruş (laikliğin siyasal savunusu sosyalist sola kaldı) ve itirazlar var. Aslında bu alanda belirgin biçimde kadın katılımıyla ortaya çıkan bir toplumsal muhalefet de var ama ‘neden siyasal alanda etkili olamıyor?’ diye sorabiliriz.