Google Play Store
App Store

‘İkinci Yüzyılın Eşiğinde İçi Boşaltılmış Cumhuriyet ve Laiklik’ kitabı yayınlanan Zeynep Altıok Akatlı, “Laikliğe saldırı her düzeyde var ve artık pek kayda geçmiyor. Laiklik herkes için yaşam güvencesidir” diyor.

Laiklik güvencedir
Fotoğraf: BirGün

Eda KÖPRÜ YILMAYAN

Siyaset ve sanat üzerine kitaplar kaleme alan, çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalışan, 25 ve 26. dönem CHP milletvekilliği yapan Zeynep Altıok ‘İkinci Yüzyılın Eşiğinde İçi Boşaltılmış Cumhuriyet ve Laiklik’ isimli bir kitap yayımladı. Kitap, Altıok Akatlı’nın 2018’de ‘İçi Boşaltılan Cumhuriyet’ yayımlanan kitabının genişletilmiş hali. AKP iktidarının ilk günlerinden itibaren laiklik ve Cumhuriyete yönelik saldırıları kayıt altına alan kitabın genişletilmiş ikinci baskısında 2007’den 2022’ye kadar geçen AKP’li yılların, “demokrasi maskeli dönüşümün” çetelesi tutuluyor. Kitapta Oğuz Oyan’dan Aydın Cıngı’ya, Feray Aytekin Aydoğan’dan Ezgi Koman’a, Orhan Sarıbal’dan Canan Kaftancıoğlu’na, Bülent Tanık’tan Timur Soykan’a, Ercan Karakaş’tan Oya Ersoy’a pek çok ismin laiklik üzerine yazıları da var. Zeynep Altıok Akatlı kitabıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.


Kitabınızla tarihe önemli bir belge bırakıyorsunuz. Bu çalışmayı yapmaya sizi iten ne oldu?

Cumhuriyet kurulduğu günden bu yana gerici saldırı altında. Hoca, şeyh ve dervişlerin bilimi yok sayan ve din üzerinden baskı kurarak korku ve tahakkümle halkı yönetmeye yönelik tutum ve yönlendirmeleri tekke ve zaviyelerde laiklik ilkesiyle çatışan ve bilimi yok sayan bir paralel eğitim yapısı oluşturuyordu. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kapatılan bu yapılar her sağ iktidar döneminde kurdukları ilişkilerle örgütlenmeyi sürdürdüler. Laikliğin din karşıtlığı olarak görülmesi ve iyi anlatılamaması, olması gereken gelişimi gösteremeyerek uygulamada zaaflar yaratan tutumlar zaman içinde rejim karşıtı anlayışı güçlendirdi. Tarihsel bir izlek ve bellek ile AKP’ye iktidar yolu açan bu anlayış ve eylemlerin görülmesini, her seferinde “münferit saldırılar”, “meczup işi” gibi geçiştirmelerle cezasızlığı sağlanarak bu yola döşenen taşların bilinmesini ve bütüncül bir bakışla değerlendirilmesini istedim. Bu çalışma benim İnsan Haklarından Sorumlu MYK üyesi olarak hazırladığım bir rapordu. Ne yazık ki Cumhuriyetin daha da yaralanmasına neden olan ‘toplumun dindar kesimini incitmeyelim’, ‘bu raporla gündem olmayalım’ gibi çekincelerle şekillendi. Basınla paylaşmamam istendi. Ben de 2018 yılında İçi Boşaltılan Cumhuriyet ve Laiklik başlıklı bir kitap olarak yayınlayarak tarihe not düşmeyi istedim. Şimdi ikinci yüzyılın başındayız. Aradan geçen beş yıllık süre için yeni bir çalışma yaparak güncellediğim Tekin Yayınevi’nden çıkan kitabımın ikinci baskısı iktidarın ideolojisini nasıl koruduğunu, türlü yöntemle güçlendirdiğini, Cumhuriyet’in artık bambaşka bir rejimin süslü adı olarak nasıl can çekiştiğini ortaya koyuyor.

Zeynep Altıok Akatlı

Laikliğe sahip çıkarak aslında neleri korumuş oluyoruz?

Laikliğe olması gerektiği gibi sahip çıksaydık bugün yaşadığımız toplumsal yarılmaya zemin oluşturan koşullar oluşmayabilirdi düşüncesindeyim. Gerici bir rejim isteyen iktidarın insanların inançlarını, değerlerini suiistimal ederek kavga yaratmasını ve buradan da kendisine alan açarak söylem üretmesinin örneklerini bugün de yaşıyoruz. Mini etekli bir kadının tecavüzcüsü korunurken Gezi isyanı döneminde uydurulan “türbanlı bacımıza deri giysili çıplak adamlar saldırdı” savının kendi içinde tutarsızlığını ve olanaksızlığını düşünmeyen muhakemeden yoksun bırakılmış bir taraftarlık güdüsü nefretle beslenerek kullanışlı bir zemin yaratılıyor. “Laikçi” gibi yaftalarla küçümsenerek bağlamından koparılan güvence böylece çift yönlü bir tehlikeye dönüşüyor. Laiklik fikri, inancı, tercihi ne olursa olsun herkes için yaşamın güvencesidir. Yasaların, hukukun eşit, adil ve bağımsız çalışabilmesi için emniyettir. Aydınların düşünceleri yüzünden yakılmasının, etnik kökenin, azınlık haklarının istismar edilmesinin, şiddet görmesinin, çocukların, kadınların cinsel meta, olarak, sokak canlılarının mal olarak görülmesinin önlenmesi laiklik ile mümkün olabilir.

Kitabınızda Oğuz Oyan bunun kafa karıştırıcı olduğunu, “özgürlükçü laiklikle” siyasal İslam’ın sığındığı sahte kavramlar olduğunu belirtiyor. Kavramların içini boşaltarak bir hegemonya kurdular. Sizce bu hegemonyaya karşı gerekli ideolojik mücadele verildi mi?

Oğuz Oyan benim için çok önemli ve daima yol açan değerli bir akademisyen. “Laikliğin zaten hiç olmadığı” veya “çoktan tasfiye edildiği” gibi yanlış konumlanmaların yılgınlığı besleyeceğini ve laiklik tanımı üzerinde uzlaşı sağlanması gerektiğini söylüyor. Sağlıklı bir değerlendirme yaptığımızda ne laikliğin tanımının tam yapıldığını ne de gerekli mücadeleyi vererek yapılanı ileriye taşıyacak bir irade kurulduğunu söyleyebiliriz. Hatta tam tersi olarak laiklik karşıtı ve kafa karıştırıcı tutumun sağ iktidarlar için kullanışlı bir aparat olduğu düzende yetersiz kalan sol iktidarların teslimiyet ve mevzi kaybı yaratan bir sahipsizliğiyle daha da geriletilmesine yol açıldığı kabul edilmeli.

Erdoğan “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik istiyorum” demişti. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” için bunun önemli bir adımı diyebilir miyiz?

“Kindar ve dindar nesil” söylemiyle yola çıkan birinin bu sözleri bugünün otoriter tek adam rejimiyle mücadele edenlerin bir türlü yakalayamadığı tutarlılığı ve azmi gösteriyor bize. Ortaklaşamayan muhalefetin, iktidarın enstrümanlarına, diline ve tanımladığı siyasal alana sıkışmış mücadelesinin giderek zayıflamasının sonucu olarak bilmem kaçıncı kez değişen eğitim modeli, bilmem kaçıncı kez değişmesi gereken anayasa gündemlerinde etkisiz ve cılız mücadeleyle iktidarın karalılıkla bildiğini okumasını izlemekle kalıyoruz ne yazık ki.  Oysa kazanılanın görünürleşmesini, benimsenmesini sağlamalı, onca engele rağmen başarılabilenin sönümlenmesini de önlemeliyiz. Bunun için Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin duruşunu, ODTÜ direnişini, Gezi isyanını, adalet yürüyüşünü, 31 Mart zaferini getiren kararlılık ve iradeden güç almalı. Yılgınlık üreten söylemler yerine kazanımları genişletmek üzere söylem ve duruş tanımlanmalı.

CUMHURİYET KADIN DEVRİMİ

Timur Soykan’ın medyaya ilişkin makalesinde nasıl bir distopyanın içinde olduğumuzu görüyoruz. Bunu nasıl açıklarsınız?

Bu aslında son seçimlere de yansıyan toplumsal rahatsızlık ve iktidara yönelik güvensizliğin açık bir göstergesi. İnsanlar daha önce inandıkları haberlerin gerçek dışı olduğunu hiç tahmin etmedikleri düzeyde deneyimleyerek de öğrenir oldular. Asla başlarına gelmeyeceğini düşündükleri baskılarla, haksızlıklarla tanıştılar. Medya bilgi kirliliğinin yanında en az onun kadar önemli bir başka kirlenmeyi de teşvik ediyor. Müge Anlı gibi medya figürlerine emanet edildiği ortamda toplum muhalif yayınları ne kadar takip ediyor emin değilim ama adalet için, TV programlarına bu kadar yoğun ilgi, başvuru ve çare umudu üzücü olmaktan çok kaygı verici.

Çocuk Koruma Uzmanı Ezgi Koman’ın makalesinde Türkiye’nin çocuklar için ne kadar zor bir ülke olduğunu okuyoruz. Çocuğu, kadını koruyamayan bir devlet olur mu?

Koruyamamaktan söz ediyoruz ama asıl sorun iktidarın kadını ve çocuğu hedefe koyan söyleminde. Laiklik ve Cumhuriyet bir modernleşme ve daha iyiye yönelme aracıdır. Modernleşmeyi karşısına alan iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline ayırdığı eforu erkek şiddetini önlemeye ayırmadığını açıkça görürüz. Kadınların katledildiği bir ülkenin lideri için yas ilan edenler öldürülen kadınlarımızın yetimlerine daha iyi eğitimi, çok görüyor. Cumhuriyet bir kadın devrimidir, laiklik en çok kadınları, çocukları, dezavantajlıları korur Cumhuriyet karşıtlığının en görünür olduğu alan da kadın ve çocuklara düşmanlık.

Peki ana muhalefet partisi CHP, AKP’nin laiklik ve cumhuriyet devrimlerine yönelik saldırısına sizce yeterli tepkiyi verebildi mi?

Ben kurumsal olarak verilmediğini düşünüyorum. Kurumsal kararlara olması gerektiği kadar yansımayan laiklik savunusu için tabanda ve tabanın seçtiği vekiller, yöneticiler arasında birlikte mücadele ettiğimiz ve partimiz için dahası ülkemiz ve geleceğimiz için adım atmaya, eleştiri ve önerilerimizle, katkımızı koymayı sürdürdüğümüz arkadaşlarımız hiç de az değil.  Cumhuriyet Halk Partisi değiştirmek için yeterli iradeye de insan ve fikir malzemesine de fazlasıyla sahip.

Bundan sonrası için atılması gereken öncelikli adımlar nedir?

Bugün açıl ihtiyaç; “birleşik bir mücadele” için kendi davasını iyi tanımlamış ve o davaya uygun program benimsemiş bir anlayışla bütünün parçası olarak toplumu daha iyi bir geleceğe kavuşturacak toplumsal birlikteliği örmek, dönüşüm için ortak emekle çalışmaktır. Değiştirmek için değişim gerek. Özellikle Cumhuriyetin ikinci yüzyılında çağı, dünyayı ve konjonktürü kavrayarak yenilenmek gerekli. Bunu sağlayacak olan kişilerin, liderin değişimi değil ortak ve katılımcı bir akılla içerden ve tabandan başlayarak üyelerle, örgütle, uzmanlarla, bilim insanlarıyla, stk’larla birlikte güncellenecek bir program değişikliği, buna bağlı ikinci adım olarak tüzük yeniliği olmalı.

LAİKLİK OLSA KANLARI YERDE KALMAZDI

Sivas katliamı avukatları AKP’den milletvekili olarak karşımıza çıkıyor. Sivas’ta aydınları yakanlar bugün meclisteler...

Katliamın 30. yılındayız. İktidarın kimlere hangi koşullarda bakanlık, milletvekilliği, HSYK üyeliği ve makamlar verdiğini biliyoruz. Sayısız adaletsizliğe, hukuksuzluğa tanıklık ettik. İnsanlık suçlarının önüne geçmek için emsal niteliğinde ve devam eden tek dava zaman aşımına uğradığında kimin ne söylediğine ne kadar söylediği, kiminle görüştüğü, ne yaptığı beni daha çok ilgilendiriyor. Ülkede en derin sorunlar insan hakları alanında yaşanıyor. CHP yeni yönetim düzenlemesinde bir sahibi olmayan bu konuyu kim ne kadar ve nasıl takip / temsil ediyor? Örneğin normalleşme görüşmelerinde Özgür Özel Cumhurbaşkanına henüz taze bir kararla zaman aşımına uğrayan davadan bahsetme fırsatı buldu mu? Yine, iktidarın kimleri milletvekili yaptığına şaşırmayız ama bugün artık CHP MYK’sinde yer alan bir kişinin birkaç yıl önce anma etkinliğini yasaklamak isteyen, tehditler savuran Sivas Kaymakamı’yla birlikte ailelerimizin, kurumların 25 yıl girmediği sözde kültür merkezine girerek katillerin adının bulunduğu sözde anı köşesine karanfil koymasını ve kendisi dahil kimsenin bundan rahatsızlık duymamasını, özür dilememesini yadırgarız. Laiklik uygulansaydı, adalet işlerdi. Ateşe verilen Alevilerin, aydınların, çocukların kanı yerde kalmazdı. Benzin bidonlu katiller korunmaz, affedilemezdi. İdeoloji ile iktidar arasında koruyucu kalkan yasalar olurdu.