Herkesin diline pelesenk olan söz, en kötü demokrasi en iyi askeri darbeden iyidir! Doğru söze ne denir! Bir söz daha eklemek gerekli. En kötü laik yönetim, en iyi dinci/ dindar yönetimden iyidir.

Saf bir şaşkınlıkla soruluyor; bir insan nasıl oluyor da 12 yaşından elli küsür yaşına kadar gerçek inançlarını saklayarak, olmadığı bir kimliğe bürünerek yaşayabilir? Sonra bir düğmeye basıldığında yıllardır yaverliğini yaptığı komutanının alnına silah dayayabilir? On yıllar boyunca başka biri gibi yaşamasına karşın gizli kimliğini sorgulamaya bile kalkmaz! Nasıl olur da harp okullarında, tıp, mühendislik fakültelerinde nesnel bilimi öğrenen bu “altın nesil” “bir kişiye peygambere bağlanır gibi” bağlanabilir, sorgusuz, sualsiz itaatini sürdürebilir, günü geldiğinde de acımasızca öldürebilir, gözünü kırpmadan ölebilir?

Bu sorunun iki yalın yanıtı var. İlki, evet bu tür bağlılıklar ancak inanmakla mümkün ve doğası gereği inanç, akılla bağın koparılması. İnanma nesnel bilgiyle oluşmaz, tersine bilgiye karşı olması temel özelliği. Bu yüzden aklınızla inanamazsınız. İkincileyin, özellikle dini inançlar ne kadar erken yaşlarda ekilirse o kadar sorgulanamaz sabitliklere dönüşürler.

Fethullah’ın fedailerinin kendilerini yıllarca gizleyebilmeleri ve her gün yaşadıkları hayatın onların inançları üzerinde en küçük bir etki bile yapamaması bu yüzden. Gizlemekten kastım AKP’liler değil, onlarla ortaktılar. Dindarlar, kızabilir ya da kırılabilir ama bu fedailerin gözünde Fethullah’ın “peygamber mertebesinde” kabul edildiği bir gerçek, olsa gerek.

Fethullah örgütünün soğuk savaşın antikomünist projesinin bir parçası olarak kurulması, yıllar içinde dev asa bir rant sistemine sahip olması, ABD nezdinde küresel kapitalizmle organik bağları, dünyanın 140 ülkesinde kurduğu okul ağıyla kapitalizme köle yetiştirmesi. Bütün bunlar, tabi ki temel mesele. Bu ağa giren hiç kimsenin bir daha çıkamadığını düşünmek de doğru değil. Elbet hayatının bir aşamasında sorgulayıp, kendini kurtaranlar da olmuştur.

Öğretmen, hâkim, savcı, doktor, asker, bürokrat, iş adamı; demem o ki orgeneral ile Bolu dağı mangalcısını aynı itaat sisteminde sıraya dizen, yıllarca kendisine komutanım diyen astının gerçekte kendisinin “paşası” olduğunu kabul ettiren bir hiyerarşi ancak aklı devre dışı bırakan bir inançla mümkündür.

Peki şimdi ihanet eden eski ortağına savaş açtığını iddia eden RTEakp, kendi yapısını, ilkelerini, stratejisini neyi temel alarak yürütüyor? Kendini kurtarma hinliğini ve insanları galeyana getirme “cinliğini” gözardı etmeden “angara başgan”ının açıklaması bir fikir verebilir. Fethullah, insanları “üç harflilerle” etkisi altına alıyormuş!

RTEakp, hayatta kalmak için kitlelerin dini inançlarını kışkırtmayı temel araç olarak kullanacağını açıkça ilan etti. Bu araç muhaliflerini yok etmek için etkili görünebilir ama tıpkı Fethullah da olduğu gibi ilerde kendisine dönecek bir silahı da harekete geçirmiş olacağını fark etmemesi için hakikaten Bülent Arınç’tan bile akılsız olması gerekir.

Şimdi mücadele barikatının ilk hattını laiklik üzerinden kurmak zorundayız. Laikliğin devletin, kamusal olanın aklın ilkelerine göre yönetilmesi demek olduğunu, devletin inancının olamayacağını savunmak da değil bastırmak ve zorlamak için çalışmalıyız.

Bizi bekleyen “dinci savaşları”nın önüne geçmenin, halkları bu savaşın asli hedefinin kendisi olduğuna ikna etmenin yolu önce ilk barikatı kurmak ve oradan ileriye doğru yürümek.