Laiklik, insanın aklını serbestçe kullanma özgürlüğü kazanma mücadelesinin bir ürünüdür. Laiklik insanın özgürleşmesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Laiklik mutlaka savunulmalıdır!

ERGİN YILDIZOĞLU

Siyasal İslam’ın hegemonya inşa süreci, liberal “yararlı salakların” büyük katkılarıyla (unutmayacağız) laiklik ve dini özgürlük kavramlarını karşı karşıya koyarak başladı. Sonra ardından saçma bir “katı laiklik”, “yumuşak laiklik” tartışması siyasal İslam’ın iktidarına giden yolu açtı. Sonunda ( burası yolun sonudur), “Laikliği özgürleştirme” saçmalığına kadar geldik...
Gerçekteyse, Laiklik, dini özgürlükleri kısıtlamaya değil, bir ruhban sınıfının, ya da siyasal İslam’ın entelijensiyasının devleti ve toplumu şekillendirmesini engellemeye ilişkindir. Laiklik, J. J. Rousseau’nun deyimiyle “özgür doğan insanın sonradan takılan zincirlerden kurtulmasına”, Immanuel Kant’ın deyimiyle “aklını kullanma korkusundan kaynaklanan bir vesayetten kurtulmasına, aklını kullanma cesaretine ve özgürlüğüne” ilişkindir. Laiklik, insanın aklını serbestçe kullanma özgürlüğü kazanma mücadelesinin bir ürünüdür. Laiklik insanın özgürleşmesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Bu saptamalara yaklaşırken, 2500 yıl öncesine gitmekte yarar olabilir. Antik Yunan’da, bir taraftan, konuştuğu, her şeyi sorguladığı, Sofistler gibi bilgisini, zenginlere, güçlülere para karşılığı satmadığı için Sokrates, rejim tarafından “ya sus yada öl ikilemiyle” karşı karşıya bırakılıyor, o da ölmeyi seçiyordu. Diğer taraftan, Sokrates’inde katkılarıyla açılan yolda dünyaya, ilahi güçlerin, bu güçlerin temsilcisi olduğunu iddia edenlerin açıklamalarının dışından, mucizeye, inayete değil, gözleme, mantığa, neden sonuç bağlantısına, kısacası bilime, felsefeye dayalı açıklamalar arayarak bakan bir dünya görüşü gelişiyordu.
Hristiyanlığın ortaya çıkması, hayatında bir kez bile Kiliseye gitmeyen Konstanin’in eliyle devlet dini olarak benimsemesiyle, Charles Freeman’ın kapsamlı çalışmasında [1], bol örnekle sergilediği gibi, “inanç yükseldi”, “akıl gerilemeye”, “insanın zihni kapatılmaya”, “dünyası karartılmaya başladı”.

Paul, Sokrates, Platon, Aristotales gibi, hakikate ulaşmak için inancın değil, insan aklının, rasyonal, bilimsel düşüncenin uygun olduğunu savunan filozofların geleneğini hedef alıyordu. “Sapientiam sapientum perdam” (bilgelerin bilgeliğini yok edeceğim); “Kendilerine ne kadar filozof dedilerse o kadar aptallaştılar. Mantıktan mantıksızlık çıkardılar, boş kafaları giderek daha da karanlıklaştı”. “Bu dünyanın bilgeliği, tanrı katında aptallıktır” diyordu. Paul’un etkisiyle gelişen, kısa sürede devlet dini olarak benimsenen Hristiyanlığın yükselmesiyle birlikte Batı’da insanlığın aklı kapanmaya, dünyası kararmaya başladı. Artık cahillik bir erdemdi, var olan bütün bilgi kutsal kitaptaydı. Akademik çalışma Kitaptakini bulup çıkartmakla görevliydi, yeni bilgi üretmekle değil.
Böylece, Avrupa’da bilginin üretiminin, yeniden üretiminin tekeli ruhban sınıfının eline geçtikten yaklaşık 800 yıl sonra, bu sınıfın dünya hakkındaki bilgisi, Yunan filozoflarının matematikçilerinin gerisine, bugün bakınca, komik, çocukça sayılabilecek ilkel bir düzeye geriledi.

Ama madde devinmeye, çelişkiler işlemeye tarih yoluna devam etti.

Moğol istilası, Osmanlı İmparatorluğu, dünya ticaretinin gelişmesi, merkezi devletlerin yükselmeye başlaması, bunların arasındaki rekabetin savaş teknolojilerine ilgiyi arttırması, bu sırada yükselen İslam dünyasında canlandırılan Yunan felsefe ve bilim geleneğinin Avrupa’ya gelmeye, Aristotales’in düşüncelerin, yükselen dalgayla dini bağdaştırmaya çalışan Thomas Aquinas tarafından benimsenmesi, akılcı düşüncenin, mantığın yeniden Batı’nın dünyasına girmeye başlaması, yeni bir dönemin kapısını açıyordu.

Bu yeni dönemde, XV. Yüzyıla doğru dinin koyduğu sınırların ayırdına varılmaya başlanıyor, “cahillik” yeniden keşfediliyor [2] (yeni bilgileri gittikçe daha fazla üretebilir anlayışı - dolayısıyla “gelecek” kavramı, geleceğe doğru iyimser bir bakış), artık kapitalizmin de yeşermeye başlamasıyla bilimin, felsefenin gelişmesi yeniden önem kazanıyordu.

Bilim ve felsefe yükselmekte olan sınıfın, eski rejimin egemenlerine, krala ve ruhban sınıfına karşı mücadelesinin silahlarıydı. Tarih bu yeni dönemde Rönesans’a, kapitalizmin doğuşuna, burjuva demokrasisine, Aydınlanma olayına, doğu yoluna devam etti.
Aynı dönemde (XII. Yüzyıl) Müslüman dünyasında, bilimsel, teknolojik gelişmeler, “cahilliğin keşfi”, dinin bilgisini sorgulamaya, siyasi iktidarı rahatsız etmeye başlayınca, bilimi felsefeyi, eleştiriyi yorumu yasaklayan, cahilliği yücelten, adeta Paul’un “momentini”, tekrarlayan bir akım İmam Gazali’nin önderliğinde yükseliyordu. Böylece Müslüman dünyada, inanç öne çıkıyor, akıl geriliyor, insanın zihni kapatılıyor, dünyası karanlıklaşıyordu.
Batıda, yükselme olan kapitalist sınıfın dört gereksinimi, arzusu vardı.
Birincisi: Devletin ve kilisenin müdahalesinden kurtularak istediği yerde istediği gibi ticaret yapmak, üretmek diğer bir değişle serbestlik (Adam Smith’in sözleriyle “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler”), Laiklik, demokrasi . İkincisi, ticaretin, üretimin hızını, verimliliğini arttırmak, yeni mallar üretebilmek: Bilim ve teknoloji serbestçe gelişmelidir- Rönesans, Reformasyon, Laiklik. Üçüncüsü, bu gereksinimleri, eski rejime karşı savunacak, eski rejimin simgesel evrenini yıkacak, sanat, estetik, felsefe, bilimleri gelişmelidir- Aydınlanma, Romantizm, Laiklik. Dördüncüsü, feodalizmden çıkarken giderek serbestleşmeye, hatta, dini, siyasi, cinsel, hemen her alanda özgürleşmeye başlayan yoksullar kitlesi, özellikle de kadın, kapitalist disiplini kabullenecek emekçilere, emekçileri üretecek bedenlere dönüştürülmelidir[3], emperyalizm ve sömürgecilik meşrulaştırılmalıdır: Beden, nüfus üretimini, eğitimini düzenleyen yeni bir Biyopolitik, emperyalizmi meşrulaştıran, ırkçılık.

Kapitalist sınıf, ilk üç arzusu bağlamında eski rejimle kıyasıya mücadele etti, dördüncü arzusunun gerçekleştirmeye gelince, dirençle karşılaştığı her aşamada eski rejimle, dinle, ruhban sınıfıyla işbirliği yaptı, giderek Aydınlanma döneminde mücadele ettiği dinci görüşleri, inancı, mitolojiyi, yeniden canlandırdı, özgürlükleri, insan haklarını kısıtlamaktan, hatta yok saymaktan çekinmedi... Bu noktada artık, gelişmenin, özgürleşmenin, Aydınlanmanın bayrağı, kapitalizmi eleştirmeye ve aşmaya kararlı, kökleri antik Yunandaki tartışmalara kadar uzanan komünist hipoteze, emekçilerin kurtuluş hareketine geçti.
Dikkat edilirse, kapitalist sınıfın yukarda değindiğim arzuları bağlamında eski rejimle mücadele ettiği, bireysel özgürlükleri, serbestliği, bilimsel düşünceyi, felsefeyi, akılcılığı savunduğu her noktada en önemli destekleyici ilke olarak “Laiklik” le karşılaşıyoruz.

Feodalizmden, cahillikten çıkarken, özgürleşme sürecine girerken geliştirilen en önemli ilke, düşünsel, hukuki araç Laiklikti: İnsanın aklını kullanmaya cesaret ederek kendi kendini yönetecek yasaları, dini vesayetten kurtularak, kendisinin kendi yaşam koşullarına göre yapması.

Kapitalist sınıf bu yoldan ilerlerken, bilimin felsefenin yanı sıra, eşitlik, özgürlük, demokrasi, sınıf, sömürü kavramlarını geliştirdi. Daha sonra bu sınıf her şeyi metalaştırmaya, bilimi sömürüyü derinleştirme, disiplin ve cezalandırma aracı olarak kullanmaya başladığı noktada, iki itiraz ortaya çıktı: Biri kapitalizm öncesine, insanların özgürleşmeye çalışmak yerine görevlerini, yerini bildiği dini-feodal düzene dönmek, bunun için de, özgürleşmenin konuşulmasına olanak sağlayan kavramları, söylemleri, Laiklikten başlayarak ortadan kaldırmak istiyordu. Kapitalizm bu akımı yedeğine aldığı her yerde totaliter rejimler oluştu.
İkinci itiraz, kapitalizmin, getirdiği özgürlük, eşitlik ilkesi üzerinden daha da, hatta sömürüyü de ortadan kaldırarak, ilerletmeyi amaçlayan komünist hipotezdi.

Laiklik ikinci akımın yaşaması gelişmesi için yetersiz, ama olmazsa olmaz ilkedir. Ortadan kaldırılması, hatta sulandırılması Kant’in sözünü ettiği vesayeti geri getirecek, eşitlik özgürlük, sömürü, sınıf demokrasi kavramlarını dışlayan bir söylemi egemen kılacaktır. “İnsanın zihninin kapatılmasının”, “dünyasının karartılmasının” aklını kullanmaktan vaz geçmesinin, cahilliğin geri gelmesini engellemenin yolu Laiklik ilkesini, önüne her hangi bir sıfat koymadan uzlaşmaz bir kararlılıkla savunmaktan geçiyor.

1Charles Freeman, Closing of Western Mind, The Rise of Faith and the Fall of Reason, Vintage, 2005

2Yuval Noah Harari, Sapiens – A Brief History of Humankind, Vintage 2015

3Silvia Federici, Caliban and the Witch: Women, the Body and Primitive Accumulation, Autonomedya, 2005