‘Laiklik savunulmadan özgürlük mücadelesi sakat kalır’

Araştırmacı yazar Ergin Yıldızoğlu’nun yeni kitabı Laiklik Savunulmalıdır kitabı Tekin Yayınları’ndan çıktı. Yıldızoğlu uzunca bir süredir yazılarında dile getirdiği tezleri bu kitabında derli toplu biçimde bizlere sunuyor. Bölgede yaşanan gelişmelerden siyasal İslamcılığın rolüne kadar birçok konuda diyalektik bir bakış açısıyla ortaya koyan Yıldızoğlu ile kitabından yola çıkarak içinde bulunduğumuz süreci ve bundan sonraki olası ‘senaryoları’ konuştuk.

» Kitabınızda AKP’nin iktidar olma sürecini ‘pasif karşı devrim’ olarak yorumluyorsunuz. Bu tanımı açar mısınız?

Önce şu konuya açıklık getirmek isterim. Ben AKP’nin “iktidar olma süreci” söz konusu olunca, AKP’yi, AKP’de temsil edilen bir toplumsal hareket olarak, siyasal İslam’la birlikte düşünüyorum.

Bu saptamayı akılda tutarak devam edersem, devrim kavramını, bir siyasi iktidarı ve toplumsal düzeni değiştirme girişimi olarak tanımlıyorum, olumlu ya da olumsuz bir sıfat takmadan. Bu anlamda Nazi’lerin, Mussolini’nin iktidarı ele geçirmesine de “devrim denebilir”. Diğer taraftan, “devrim” sola ait bir kavram olarak kabul edildiğinden, kimi arkadaşlar “karşı devrim” kavramını kullanmayı seçiyorlar. Benim açımdan bu da kabul edilebilir. Ancak, söz konusu kavramı, Gramsci “pasif devrim” olarak kullandığından ben de Gramsci’nin kavramını kullanmayı tercih ediyorum.

“Pasif” kavramı ise, iktidarın ve toplumun bir darbe, ya da kalkışma ile ele geçirilerek değil, toplumun devletin dışında kalan kısmını kültürel ve kurumsal, araçlarla adım adım, adeta moleküler düzeyde dönüştürülmesi süreciyle, bu sürecin bir aşamada hükümete gelen bir kesimin müdahalesiyle hızlanarak, devletin de dönüştürülmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak, toplumsal desteği, araçları kadroları üretmeye başlamasıyla ilgili bir betimleme.

Pasif devrim sürecinde, “devrim” projesine sahip sınıf, sınıflar ittifakı, hareket hedef devraldığı iktidarın “ittifaklar blokunu”, devletin biçimini, başlangıçta, iktidar blokundan gelecek kültürel dirence, devletten gelecek fiziki ve yasal saldırılara direnemeyeceği için doğrudan karşısına almaz. Bu devrim projesinin aktörü toplumu değiştirirken, kendi söylemini egemen kılarken en geniş ittifakları, uzlaşmaları yaşama geçirerek kendini korumaya çalışır. Bu aktör, Devletin kadrolarını yavaş yavaş değiştirdikçe, toplumdaki dönüşümü hızlandırır, devleti de kendi projesine uygun bir yönde dönüştürmeye başlar, bu süreç ilerledikçe de kendini korumak için kurduğu, ancak projesine uygun olmayan ittifaklardan kurtulmaya, kendi projesinin gündemini gittikçe artan bir radikallikle ve uzlaşmazlıkla dayatmaya başlar. Pasif devrime hedef olan toplumu, ılık suya atılarak yavaş yavaş kaynama noktasına getirilen kurbağanın durumuna benzetebiliriz.

laiklik-savunulmadan-ozgurluk-mucadelesi-sakat-kalir-186845-1.

» Temel teziniz laiklik savunulmalıdır? Neden?

Laiklik, insanlığın “cahilliği keşfetme”, özgürleşmeye başlama sürecinin ilk adımlarından biri, Aydınlanma “olayı” bağlamında da en önemlisidir.

Laiklik kavramın iki boyutu var: Birincisi: İlber Ortaylı’nın anımsattığı gibi, kavramın kökenindeki ‘LAİCUS’ Yunancadan gelme Latince ‘halk’ anlamına gelen bir deyimdir; rahiplerin, ruhban sınıfının dışında kalan halk kesimlerine ilişkindir. İkincisi, Laiklik, tüm bilginin, bilinmesi gereken her şeyin, geçmişteki birikimde, din kitaplarında, olduğu bulup çıkarılmak üzere bizi beklediği inancına karşın, dünyanın karmaşıklığı, yaşanmakta olan teknolojik toplumsal gelişmeler (aslında kapitalizm gelişirken başlayan dönüşüm) karşında birikmiş bilginin kitaptaki açıklamaların ne kadar yetersiz kaldığını, insanın “ne kadar cahil olduğunu,” keşfetmesine, ama bu cahilliği yine aklına dayanarak. dünyaya bakarak aşabileceğine inanmasıyla ilgilidir.

Bu ikisini bir araya koyunca, Laikliğin savunulmasının, halkın kendi maddi manevi gelişmesi açısından, bunun gereksinimlerini konuşur ve savunurken, ruhban sınıfından bağımsızlaşma, dini eleştirme özgürlüğünü kazanmasına ilişkin olduğunu kolaylıkla görebiliriz.

Dini eleştirme özgürlüğü, bunun için laikliğin savunulması olmadan, daha yeni bir kavramı kullanırsak “dini hakikat rejimiyle” hesaplaşarak onun dışına çıkmadan; ne bireysel özgürlüklerden, demokrasiden ne emperyalizmden, kapitalizmden, sömürüden, ulusal bağımsızlıktan, toplumsa kurtuluşa ilişkin hipotezlerden söz edebiliriz. Giderek, bunlardan söz edecek kavramlardan bile yoksun kalırız.

Bu nedenle laiklik gerçek anlamıyla savunulmadan, bunun mücadelesi verilmeden diğer özgürlük mücadeleleri hep eksik ve sakat, kırılgan kalacak, hatta kendi özgün sorunlarının, özgün dilini kurmakta özgürleşemeyeceklerdir.

» AKP’nin din temelli politikaları ‘özgürlük demokrasi’ gibi kavramlar kullanılarak meşrulaştırıldı? Liberaller, sol liberaller bu noktada başı çekti? Haklılar mıydı bu tavırlarında?

Haksız olmanın ötesinde, son derecede yanlış ve gerici (kapitalizmin bireysel özgürlüklere, demokrasiye, bilimsel düşünceye, akılcılığa ilişkin kazanımlarının gerisine düşme anlamında) “illiberal” bir tutum içindeydiler.

Tam bu noktada, bu bağlamda kullanılan “sol liberal” kavramının “işbirlikçi sol” olarak değiştirilmesinden yana olduğumu da söylemek isterim. Liberalizm olup biteni anlayacak teorik araçlardan yoksun iken, “sol”un bu araçları kullanmamakta ısrar etmesini bir yanılgı değil gönüllü bir işbirliği olarak görmek gerekir.

Bir önceki sorudaki saptamalarımdan kalkarak, Türkiye’de laiklik tartışmasının gündeme, katı- yumuşak laiklik gibi anlamsız ayrımların ötesinde, siyasal İslam’ın pasif devrim süreci içinde kendi hegemonyasını kurma çabalarını destekleyen söylemin gereksinimlerine uygun biçimde tepe taklak edilmiş olarak getirildiğini kolaylıkla söyleyebiliriz.

İnsan aklının, ruhban sınıfının iradesinin, koyduğu yasaklar karşısında, eleştiri özgürlüğünün özgürleşme talebinin ifadesi olan bir kavram, bu ülkede aklın özgürlüğünden vazgeçilmesi, ruhban sınıfının iradesinin restorasyonu yönünde, utanmazca, tanımlanmış ve kullanılmıştır. Ben “liberal entelijansiyanın yavaş intiharından”, söz ederken “yararlı salaklar” kavramını kullanırken hep bu gerçeğe işaret ediyordum.

» Laikliğin savunulması noktasında politik açıdan atılmasını düşündüğünüz adımlar neler? Ne yapmalı?

Öncelikle, politik mücadelenin ayrılamaz bir biçimde ideolojik mücadeleyi ve “kültür savaşını” içerdiğini görmek, ideolojinin maddiliğini, laikliği savunma mücadelesinde, kültür savaşlarının kaçınılmazlığını kabul etmek gerekiyor.

İkincisi, Aydınlanma olayının, akılcı “hakikat rejiminin” kapsamı içinde olan kesimlerin özellikle, sol, sosyal demokrat, hatta liberal demokrat, feminist, LGBT entelijansiyanın, yurtsever (şoven olmayan) demokratların haklar ve özgürlükler mücadelesinin bir parçası olarak Kürt hareketinin entelektüellerinin, sanatçıların, laikliği, dini eleştirme özgürlüğünü etkin bir biçimde savunacak, bu talepleri halk sınıfların taşıyacak bir ortak kampanya platformunda buluşmaları gerekiyor.

Bir yanlış anlamaya yol açmamak için, bu kampanya platformun, sosyalist hareketin kendi özgün taleplerini yükseltmeye, örgütlenmesini geliştirmeye, tabanda, yerelde oluşmuş, komite, meclis gibi organları çalıştırmaya devam etmesinin önünde bir engel oluşturmayacağını, oluşturmayacak biçimde düşünülmesi gerektiğini vurgulamak isterim. “Kampanya” kavramını bu anlamda özellikle kullanıyorum. Bu kampanyanın birinci amacı tartışmayı toplum düzeyinde gündeme taşımak. Meşrulaştırmaya çalışmak olacaktır.

Kampanyanın genel talepleri ve amaçlarıyla, sol hareketlerin özgün koşulları arasında ortaya çıkması olası gerginliği yarattığı sorunlar, 12 Eylül Diktatörlüğüne karşı Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde kurulan kampanyalarda o zaman kolaylıkla açılabilmişti. Şimdi ülke içinde de aynı kolaylıkla olmasa da aşılabilirler. Bu kampanya platformunu kurmaya çalışanların dikkat etmesi gereken en önemli konulardan biri de dinci savların, söylemin kampanyanın diline sızmasını, onu etkilemesini önlemek olacaktır.

» 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan tabloyu nasıl okuyorsunuz? Gerçekten darbeyle hesaplaşıyor mu AKP?

15 Temmuz sonrası süreç bir darbeyle hesaplaşma değil, AKP ile temsil edilen Sünni siyasal İslam’ın kendisinden (örgütsel ve ait oldukları “hakikat rejimi” bağlamında) farklı olanları devletten, eğitim kurumlarından, kültür dünyasından temizleme sürecidir.

Böylece siyasal İslam hem devletin tüm kurumlarını, bu kurumları birbirine bağlayan “network”ü, bu “network” üzerinde yaşayan personeli, “network”ü yaşatan ideolojiyi /kültürü ele geçirme sürecini tamamlamaya çalışırken, aynı anda toplum içinde kendi “hakikat rejimine” uymayan bilgileri, estetik ürünleri, yaşam tarzı simgelerini, hatta kanaatleri üreten entelijansiya kesimlerini tasfiye etmeyi, susturmaya amaçlıyor.

» Son olarak bölge belediyelerine kayyum atandı. Kitapta HDP’ye de değiniyorsunuz. Durum nasıl seyreder?

Durum nasıl seyreder bilmek kolay değil. Ancak kayyum atamalarının seçilmişlerin tasfiyesi anlamında halk iradesinin yok sayılması, belediyelere el konmasının, o halkın iradesiyle oluşmuş varlıklarının gaspı, bir mülksüzleştirme olduğunu fazla zorlanmadan söyleyebiliriz.

HDP yerel yönetimlerde iktidara gelirken, ve Meclis’e girerken Kürt halkının çoğunun, Türk halkının da kimi kesimlerinin desteğini almıştır. Bu anlamda salt Kürt halkının değil ülkedeki tüm demokratik güçlerin bir temsilcisidir; genelde haklar ve özgürlükler mücadelesinin bir bileşenidir. Kayyum atamalarıyla, tutuklamalarla birlikte Kürt halkının haklar ve özgürlükler mücadelesinin demokratik yolları kapatılmaktadır. Buradan hayırlı bir şey çıkmaz.

Bu bağlamda, “seçilmişler de bal gibi görevden alınabilir” ifadesi geçmişte liberal entelijansiyanın tezgahında bolca satılan “demokratikleşme” fantezisinin, onu satın alanların gözünün önünde nasıl müstehcen bir resme dönüşmekte olduğunu, “yararlı salaklar” kavramının haklılığını göstermesi açısından ibret vericidir.

Kapitalist devletin parlamenter ve anayasal biçimde seçilmişler, üzerine yemin ettikleri anayasaya uymayan işler yaptıklarında tabi iki görevden alınabilir. Bunu tüm burjuva partileri bilir ve doğal kabul eder. Var olan anayasayı tanımayan, rejimi değiştirmeyi amaçlayan, bir kez hükümete gelince bunu iktidara tahvil etmeyi, bir daha asla gitmemeyi planlayan hareketler için ise durum farklı olabilir. Anayasayı ihlal etmeye başladıklarında hukuk sistemi harekete geçince, Türkiye’de olduğu gibi “ama biz seçildik siz atandınız savına dayanmaya hükümette olmanın meşruiyetini yasalara değil oya dayatarak iktidarda kalmaya çalışabilir, ve kendi projelerine uymadığında da seçilmişleri, onların seçilmesine olanak veren yasaların meşruiyetini kabul etmediklerinden, kolaylıkla görevden alabilirler.