Hepimiz seyrettik cinayeti.

Gözlerimizin önünde yavaş yavaş, sabırla parçaladılar.

Katledildi laiklik.

Artık Anayasa’nın ‘değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez’ ikinci maddesindeki ölü bir kelimeden ibaret.

Cesedinin üzerinde sarıklı, cübbeli istismarcılar zikirlerle tepiniyor. Ekose ceketli katilleri 80 yıllık intikamın şükür namazlarını kılıyor.

Ve şimdi, her gün laikliğin yokluğundaki karanlıkta kaybolan nesli seyrediyoruz.

Bilgisayarı, tableti olan öğrencinin, annesi-babasının internet paketi kadar eğitim alabildiği sistem, ekrandan suratımıza gerçeği vuruyor.

Evrim’in üç yıl önce çıkartıldığı müfredatta geçen hafta ortaokuldaki ders konusu:

‘Cinler ve Şeytan.’

Öğretmen anlatıyor:

“Cinler ateşten yaratılmıştır. Cinlerin insanlar gibi iyileri, kötüleri vardır.”

Bu sırada sosyal medyaya ‘cin olmadan insan çarpanlar’ın performansları düşüyor. Kafasında siyah sarık, ellerinde plastik eldiven olan sakallı bir sahtekâr, cin çıkartma şovunda. Bir adamın ağzından “Ver, ver, ver” diye bağırıp pandomim hareketleriyle çekerek güya alıyor cini. Koluna doladıktan sonra ellerini çırparak ‘işini bitiriyor’.

Aynı günlerde İstanbul Esenler’deki bir mahalle, ‘cinci hoca skandalı’yla çalkalanıyor. Yere yatırdığı kadınların bedenine Arapça yazılar yazan cinsel tacizden sabıkalı ‘cinci hoca’nın görüntüleri medyaya yansıyınca mahalledekiler telaş içinde. Ona kıydırdıkları nikahları yenilemek, kıldırdığı cenaze namazlarını merhumun gıyabında tekrarlatmak için yeni hoca arıyorlar.

Dört gün önce…

EBA ekranında başka bir ders. Din öğretmeni 4. sınıf öğrencilerine, sağ elle su içip sağ elle yemek yemeleri gerektiğini öğretiyor.

Tarikatlara, Ensar Vakfı’na kapıları sonuna kadar açılan okullar birer medrese. Müfredatla şeyhlere mürit, cinci hocalara müşteri yetiştiriliyor.

Laiklik düşmanı olmayan bir okula çocuğunu göndermek ise 30 bin TL’den başlıyor.

Beterin beteri biter mi?

Üç gün önce…

Diyanet’e ait yatılı Kuran kursundaki şiddeti karşı binadakiler kaydetti cep telefonuyla. Ayasofya’daki Diyanet İşleri’nin kılıcı, kursta kemer olmuş çocuklara vuruluyordu.

İsmail Saymaz’ın yazısında annesi tarafından İsmailağa Tekkesi Tarikatı’nın medresesine mahkûm edilen bir çocuğun “Okula gitmek istiyorum” çığlığı vardı. Eşinden boşanmış babanın açtığı davada çocuğun eğitim hakkı için çıkan kararlar aylardır uygulanmamıştı. Her seçim öncesi Cumhurbaşkanı’nın ziyaret edip fotoğraflar çektirdiği tarikatın medresesinden çocuğu almak cesaret isterdi.

Bu sırada aynı tarikatın ‘yanmayan kefen’, ‘rüyada peygamber gösteren terlik’ satan sözcüsü Cübbeli Ahmet, haber kanallarında ağırlanıyordu. Bol kahkahalı muhabbetlerle ‘makul tarikat’ imajı incelikle işlenmekteydi.

Ve Cumartesi…

Bursa İnegöl’deki tekstil fabrikasına, cehalet projesinin en büyük amacı sığdı. İşçilerin haklarını gasp eden patron, sendikadan istifa eden ve sendikalı olmayan işçilere 2 biner TL zekat dağıttı. Sömürü imandan gelirdi.

O zekat 12 Eylül 1980’den sonra Kuran ile mitinglere çıkan darbecinin zaferiydi.

O işveren, 40 yıldır desteklenen siyasal İslam’ın, ‘Kamulaştırma’ denilince halkı soymak için yekvücut olan sermayenin eşsiz portresiydi.

Cinli, hurafeli derslerle, tarikat dergâhlarında, Kuran kurslarında dayak ve cinsel istismarla hayatları kâbusa dönen çocuklar, geleceğin sadaka ile boyun eğecek ucuz işçileriydi.

Haksızlıklara, yolsuzluklara, yoksulluğa sessiz kalacak nesillerdi.

Müridin şeyhini sorgulamaması gibi siyasi iktidara biat edecek seçmenlerdi.

Onlarca yıllık fabrikaların açılışlarını yapan siyasileri alkışlayacak ellerdi.

Laiklikle beraber yok edilen bu ülkenin geleceğiydi.