Kadın bedeni ve kişiliği mevzuu derin ve yaralı bir konumuz, hele Anadolu’nun çatışmalarla dolu tarihinde bir tür barış çubuğu tüttürmek olarak en etkili yollardan biri olduğu düşünüldüğünde aslında kendimizle hesaplaşma süreçlerinde onları aracı ettiğimizi anlıyoruz, muhtemelen kendi kanlı tarihimizle barışma çabalarımızdan birisi olmalı.

Sürü filminde de benzeri bir tablo vardı, iki kanlı aşiret barışmak için Tarık Akan’la Melike Demirağ’ı evlendirmişlerdi, ondan sonra her çocuk düşürmesinde kadın bir yandan suçlu öte yandan yeniden çatışmaların başlaması için de bir neden gibiydi. Ama film boyunca hiç konuşmayan kadın gerçek kurban niteliğine bürünüyor ve hangi yöne adım atsa yeni bir çatışmanın çıkacağı ortamda feda anlamına gelen suskunluğu bile barış getirmiyordu.

Reis Çelik’in ‘Lal Gece’ filmi çok daraltılmış bir konuya sahip, çatışmanın hem en naif hem de dile gelmez ve yasağın en çok olduğu yere, gerdek odasına kamerasına yöneltmiş.

“GELİNLİKLE GİREN ANCAK KEFENİYLE ÇIKACAKTIR”
Yıllarca hapiste yatmış, kendi büyüklerinin sözünden çıkmamış, bir tür varoluşunu yadsımış bir erkek (İlyas Salman) artık altmışlarındadır ve ruhen belirli bir tükenme yaşamaktadır, yeniden hayata başlamasının eşiğinde çektiklerine karşılık bir ödül gibi 14’lük bir kızla evlendirilmektedir (Dilan Aksüt). Buradaki ilişkiyi trajikleştiren düğün sırasında iki tarafa da ayrı ayrı verilen öğütlerde kendini çok iyi yansıtmaktadır, İlyas Salman hayata yeniden başlayacaktır, heder ettiği hayatının nihayete ermesi yakınlaştığında toy babasından icazet alarak, belki de kendisinin kurban edilmesi sonucu yeni bir kurban verilmektedir ona. Dilan Aksüt’e verilen öğüt ise gelinliği ile geldiği evden yalnızca kefeniyle çıkabileceği yönündedir. Artık erinindir ve onunla yaşayacağı her şey, orada saklı kalacaktır, sonsuza kadar susacağı bir diyaloga girmesi gerekir.

Burada kritik olan her ikisinin de, damadın da gelinin de bir tür kurban edilmesi, ama her ikisinin de kurban edilişlerine isyan etmeyişine rağmen, aralarındaki ilişkinin bir türlü diyaloga dönüşememesidir. Niçin mi?

DAMADIN HER ADIMI BİR İTİRAF
Lal Gece filminde en kritik olan, normal koşullarda tam bir bilgiçlik havasına bürünebilecek, yaklaşık 80 dakika sürecek gerdek gecesinde her iki tarafında en naif ve en içten taraflarına, tam da onların en insani taraflarına seslenerek, gelinle damadın iletişim kurmalarının imkânsızlığını göstermesidir. Eğer filmi seyrederseniz, bir tür erkeğin gerçek bir çözülme sürecinden geçtiğini ve kendi hedefine ulaşmak için her çaba gösterdiğinde ve kadının gönlünü kazanmak için her adım attığında, ardından erkeğin bir itirafının geldiğini görürsünüz. Yıllarca hapsin insanı içine gömmesi sonucu, damat bir tür varlığıyla barışık olmadığı ölçüde kendi göreviyle iç dünyası arasında sıkışıp kalmakta ve bunun üstesinden gelemediğinde sabaha karşı koltuğunda uyurken gördüğü rüyanın benliğinde yarattığı geçmişin yarasını kanatması neticesinde onun şiddeti kendi varoluşuna yönelmektedir. Gelin hayata yeni adım atmanın eşiğinde kendi korkuları, ürkmesi, bilinemezin sarsıcı yönleri nedeniyle yalnız ve yalnız eylemsizlik düsturuyla hareket ediyormuş gibidir, film aslında onun kurban edilme ritüelini çok iyi sergiler, gerçekten gelin yalnız ve yalnız kendini suskunlaştırarak ve kendi benliğinden vazgeçerek o odada var olabilir, ama ne kadar vazgeçse bile işte orada korkuları, ürkmesi, varoluşunun pasif direnişi dile gelir, orada bir tür benlik direnişe geçer, çatışma en doğal haliyle yansıtılır ve bu anlamda seyircide en naif duygularıyla baş başa kalır.
Bir tür doğu adedi olarak çocuk gelin, bir tür yaşlılıkta erkeğin ölüme direniş isteği, kendisine kurban olarak seçtiği eşi olarak kadın bedeni ilişkisinde, ancak varoluşun reddedilmesi süreci benliklerin kendine dönüşüyle mümkün olabilirdi, ama o kendine dönüş bir tür kendini reddediş olarak sonuçlandığında şafak sökerken tek bir kurşunla sonuçlanırsa ne olacak?