Seksen yedi yaşında dünyaya veda eden Larry King, en kıdemli TV ve radyo sunucusu, düpedüz bir efsaneydi. Washington D.C.’de önünde bir mikrofonla otururken dünyanın en çok izlenen kişisi olurdu. Altmış yılı bulan meslek hayatının 25 yılında CNN’de kendi gece programını yaptı. Kolları sıvar, istifini bozmadan sorularını sorardı. Daha doğrusu, sohbet ederdi. Özellikle radyodaki gece programlarında dinleyicileri için önemli insanlarla (örneğin, kendi dönemindeki bütün A.B.D. başkanlarıyla) ciddi söyleşiler yapan bir sunucudan çok, ahbaplarıyla sohbet eden biri gibiydi. CNN yıllarının zirvesinde her gece kanala 1 buçuk milyon izleyici taşırdı. Günün bütün önemli politikacıları, sanatçıları ve sporcularını programında misafir ederdi.

Mesleğe radyoyla başlamıştı. Aforoz edilip Miami’den dışlandığı dört yılın ardından TV sunucusu olarak geri dönse bile, bir müddet sonra yeniden radyoya girdi. Kaybetmiş, acı çekmiş, dersini almıştı. Olgunlaşmıştı, artık her şeyin kıymetini biliyordu. 1975 yazıydı, Richard Nixon istifa etmişti. Miami turist kaynıyordu. Larry mikrofona eğildi, nefes aldı ve konuşmaya başladı: “Diyordum ya…” Kırk bir yaşındaydı ve her şeye yeniden başlıyordu. Dünya olayları mekanizmasının bir parçasıydı. Her an ameliyata çağırılabilen cerrah gibi, dünya da onu her an göreve çağırırdı. Her telefon, her saatte onun için çalabilirdi. “Yitzhak Rabin’e suikast mı? Yirmi dakika sonra stüdyodayım…”

Lawrence Harvey Zeiger 1933 yılında New York’ta, Brooklyn’de doğdu.Dindar ve muhafazakâr bir Musevi ailenin oğlu olarak büyüdü. Babası Edward 44 yaşında öldüğü için liseyi bitirdikten sonra yıllarca annesine destek oldu. 1944 yılında babasının öldüğü gün kütüphaneden eve gelirken, sokaktaki devriye arabalarını görmüş, annesinin çığlıklarını duymuştu. Ama daha evin kapısından giremeden bir polis onu kucakladığı gibi yakındaki sinemaya götürdü. Bir Robert Taylor filmi oynuyordu, kahramanımız Japonlarla savaşıyordu. Polis ona dünyada üzücü şeyler de olduğunu söyledi. “Baban bu sabah kalp krizi geçirip öldü,” dedi. Larry filmi sonuna kadar izledi.

Soyadını ise, Miami’de edindi. New York’ta arkadaşlarıyla buluştuğu Corner/Köşe’de başlamıştı gelen gidenle sohbetlerine. Bir gazeteyi kıvırıp megafona çevirir, geleni anons ederdi. Onun Köşe’de edindiği şöhretten haberdar olan küçük radio WAHR’ın genel müdürü, “Takıl sen,” dedi. “Elbet bir ayrılan olur”. Oldu sahiden de. Larry Zeiger heyecanla stüdyoya geldi. Genel müdürün odasına çağırdılar. Adam “İsmin ne olacak?” diye sordu. “Zeiger çok Alman, çok Yahudi. Şov adı değil hiç.” Bir an durdu, “Peki, Larry King ol sen” diye bildirdi kararını.

CNN’e göre, King elli yıllık meslek hayatında 50 binden fazla söyleşi yaptı. Bunlar arasında Gerald Ford’dan sonraki bütün ABD başkanları vardı. Ayrıca Dr Martin Luther King, Dalay Lama, Bill Gates, Lady Gaga, LeBron James, Paris Hilton ve Margaret Thatcher, örnek lazımsa. Her daldan, her telden... 2015’te BBC’den Evan Davis’e “Baktım da kendimi ne kadar geriye çekersem, iyi sorular sorup cevaplara kulak verirsem, konuklarımı önemsersem, kamera da o ölçüde kayboluyor sanki,” demişti.

Meslek hayatından beş önemli ‘an’, gene BBC’den:

1993’te Başkan Yardımcısı Al Gore ile Teksaslı bilyoner Ross Perot’un Kuzey Amerika Serbest Ticaret Sözleşmesi tartışmasıyla rekor kırdı, 16 milyon 300 yüz bin eve girdi. İki yıl sonra aynı anda Filistin lideri Yasser Arafat, İsrail Başbakanı

Yitzhak Rabin ve Ürdün Kralı Hüseyin’le söyleşi yaptı. New York ve Washington’daki 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra 700’ü aşkın konukla konuştu. Aralarında ilk müdahale edenler, sağ kalanlar ile 35’ten fazla dünya lideri ve ileri gelen kişi vardı. Hapishanedeki söyleşileriyle ödül aldı. Konuştuklarının arasında anne-oğul katiller Sante ve Kenneth Kimes; Teksas’ta idam edilen ilk kadın olan Karla Faye Tucker ve Mike Tyson da vardı.

Ama meslek hayatının en önemli anları saydığı söyleşileri sanat dünyasının iki ismiyle gerçekleştirmişti. Çok ender olarak söyleşi yapan Frank Sinatra, son söyleşisini 1988’de King’le yaptı. Gene söyleşi sevmeyenlerden Marlon Brando da onunla konuşmayı kabul etmişti. Demek ki, diyoruz, sanat hakikaten de siyaset ve hatta spordan daha önemli, öyle mi? King’e teşekkürlerimizle…