İki binli yıllar Latin Amerika siyasetinde sol eğilimli liderlerin seçim yoluyla iktidara geldiği dönemlerdi. Venezuela’da 1999 yılında Hugo Chavez ile başlayan bu süreç daha sonra Brezilya, Uruguay, Arjantin, Bolivya, Ekvator, Paraguay, Peru ve Şili ile devam etti. ABD’nin sadık müttefiki Kolombiya’yı kenarda tutarsak bütün Latin Amerika sol dalga ile dalgalanıyordu.

Yirminci yüzyılın son çeyreğine damgasını vuran, çoğu zaman askeri rejimler tarafından başlatılan neoliberal politikaları kısmen veya tamamen reddeden, ABD’nin bölge üzerindeki hegemonyasına karşı çıkan “solcu iktidarlar kuşağı” kayda değer dönüşümlere imza attı.

Chavez’lerin, Morales’lerin, Correa’ların daha soldan Lula’ların, Kirchner’lerin, Mujica’ların merkezden yarattığı heyecan sadece Latinlerle sınırla değildi. Başka bir dünya özlemini çekenlerin kalpleri bu liderlerle atıyordu. Mujica, Rousseff gibi işkence görmüş, cunta hapishanelerinde uzun süreler yatmış eski gerilla liderlerinin “devrim”le değil de sandık vasıtasıyla devletin zirvelerine tırmanmaları ayrı bir heyecan yaratıyordu.

Kıta özelinde bunlar olurken hangi sol tartışması elbette ki hiç bitmedi. Sol iktidarlar kuşağını çeşitli vesilelerle eksik, yetersiz veya haddinden fazla popülist bularak eleştirenler de bu süreçte hiç eksik olmadı. Soldan kasıt sosyal demokratından sosyalistine kadar uzanan skalada solun tüm renkleri.

Dönüşümlerin istenilen oranda olup olmadığı elbette ki tartışılabilir, ancak kabul edilmeli ki geride kalan on altı yıllık tecrübeye bakıldığında Latin Amerika solunun önemli değişimlere imza attığını söylemek gerek. Sosyal politikalardan neoliberal yıkımların durdurulmasına, ABD hegemonyasına kafa tutmaktan kamucu politikalara kadar. Ve pek tabi ki tüm bunlar ABD emperyalizminin keyfini kaçıran uygulamalardı.

•••

Ve şimdi yeniden ABD’nin “arka bahçesi”nde rüzgâr sağdan esmeye başladı. Sessiz sedasız, derinden esen neoliberal sağcı dalga tüm kıtayı kuşatmak üzere. Kasımda Arjantin’de başkanlık, bir ay sonra Aralık ayında Venezuela’da parlamento çoğunluğu el değiştirdi. Hemen ardından Şubat’ta ise Bolivya’da Morales’in başkanlık döneminin uzatılması referandum sonucu önlendi.

Bu dalgaya kapılan son ülke ise Peru. Burada da sandıktan sağcılar çıktı. Devlet Başkanlığı seçimlerinin ilk turunu sağcı Fuerza Popular partisi adayı Keiko Fujimori kazandı. Keiko Fujimori’nin 5 Haziran’daki ikinci turdan da zaferle çıkması kesin gibi. Keiko Fujimori yolsuzluk, insan hakları ihlalleri ve savaş suçları nedeniyle 25 yıla mahkûm edilen eski devlet başkanı Alberto Fujimori’nin kızı.

Brezilya’da ise İşçi Partili Devlet Başkanı Dilma Rousseff’e yönelik “silahsız” darbe söz konusu. Yolsuzluk bahanesiyle sokaklara çıkan ABD destekli muhalifler aylardır sokaklarda. Hedef İşçi Partisi ve onun liderleri. Elbette ki bu durumu kolaylaştıran unsurlar da yok değil. Ekonomik krizin yarattığı hoşnutsuzluklar vs. Ancak Korkut Boratav Hoca’nın da vurguladığı üzere ulusal petrol şirketi Petrobras aracılığıyla Exxon ve Chevron’un Brezilya’daki faaliyetlerini köstekleyen Lula ve Rousseff’in, neoliberalizmin bölüşüm reçetelerine itibar etmemesi, emekçiler lehine önemli değişiklikler gerçekleştirmesi, emperyalizmden bağımsız bir dış politik hat izlemeleri her iki lideri de hedef haline getirdi.

Latin Amerika solunun kendine özgü dinamikleri “özgüllüğü” vardı. Genel hatlarıyla dört temel ilkeye dayanıyordu: Devlet kaynaklarının yoksul kitlelere dağıtılması, sosyoekonomik hakların anayasal statü kazanması, başta ABD olmak üzere küresel güç odaklarına ve IMF gibi uluslararası finans kurumlarına olan iktisadi bağımlılığın ortadan kaldırılması ve sosyal hareketlerin siyasette daha etkin bir rol oynamaları.

Şimdi bütün bu kazanımlar ciddi tehlike altında. Bir döneme damgasını vurmuş olan sol iktidarlar dönemi son bulmak üzere. Görünen manzara o. Peş peşe alınan seçim yenilgileri moralleri bozmuş durumda. Güney Amerika’nın amiral ülkesi Brezilya’nın da düşmesi halinde bu süreç tamamlanmış olacak. Venezuela’da sağcılar devlet başkanı Nicolas Maduro’nun elini kolunu ciddi anlamda bağladı. Arjantin’de Panama Belgeleri’nin “off-shore hesaplar”ını ifşa ettiği Mauricio Macri zaman kaybetmeden yıkımlara başladı.

Latin Amerika’da on küsur yıldır başta olan solcu iktidarların varlığı önemliydi. Bu iktidarlar neoliberal saldırıyı kendi güçleri oranında az ya da çok frenledi. Emekçiler, yerliler ve yoksullar adına önemli kazanımlar getirdi. Emperyalist barbarlık ve neoliberal yıkımlar çağında bu da az bir şey değildi! Gözler Ortadoğu’ya çevrilmişken Latin Amerika’daki dönüşümü yakından takip etmekte fayda var.