Genellikle nesneleri ve olayları birbirinden ayırma eğilimindeyiz. Nesneler vardır ve bir de bu nesnelerin başına gelen olaylar. “Gelen her şey merdivenden gelir” diye yazıyordu Perec (Yaşam Kullanma Kılavuzu). Merdivene açılan kapıyı sıkıca kapatırsınız, olur biter; başınıza da bir şey gelmez. Bu açıdan baktığınızda nesneler olup bitmiş varlıklardır ve her olay, bu varlıkların olup bitmişliğine yönelik dışarıdan gelen bir tehdittir. Ve olup bittiye getirerek kendilerini iktidar konumuna getirenler, olayları hiç sevmezler; çünkü olup bitmişliklerini yitirebilirler. Dışarısı, olayların mekânıdır. O yüzden dışarısını da hiç sevmediler. Dışarısını ancak içeri kıldıklarında içleri rahatlar. Dışarısını içeri kılmak, dışarıyı fethetmektir. Fethetmek, içerisinin düzenini dışarıya taşımak; dışarısını içerinin bildik, basmakalıp mobilyalarıyla döşemek. O yüzden fethedilen her şey, kaçınılmaz olarak dışarısını da içerecektir.

Mesela iktidar açısından Ayasofya, içerideki dışarıydı. Techir, 6-7 Eylül olayları, Çorum ve Sivas Katliamları ve sonu gelmeyen ötekileştirme çabaları, içerideki dışarının bertaraf edilmesidir. Dışarıyı kazımak kolay değil. Ne kadar kazırsanız kazıyın, küçük de olsa mutlaka dışarının bir parçası içeride kalmıştır ve içerinin düzenine bir tehdit olarak varlığını sürdürecek. İktidar, dışarıdan korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmamıştır. O yüzden fetihçiler, fethedilen yerlerin fethini asla bitiremezler. İçerideki dışarıyı tükettiklerine ikna olduklarında, kendi bedenlerine yönelecekler, çünkü bedenlerinin içi de dışarlıklı yabancılarla dolu. Freud’un unheimlich (tekinsiz) dediği tanıdık yabancılardan söz etmiyorum, bildiğiniz cismani yabancı bedenler.

Rus biyolog Konstantin Merezkovski’nin ortaya attığı bir görüş olan “simbiyogenez, ortakyaşamla gerçekleşen birleşmeler sonucunda yeni organların ve organizmaların oluşumu anlamına geliyor” (Lynn Margulis, Ortakyaşam Gezegeni, Varlık). Hücrelerimiz, mikrop olarak değersizleştirdiğimiz farklı türden bakterilerin birleşmesiyle ortaya çıkmışlar. Ve onların ortakyaşamı olmasaydı, biz asla olmayacaktık. İçimiz yabancı bedenlerle dolu. İçerideki yabancılardan kurtulmak, kendini yok etmektir. Merdivene açılan kapıyı kapattıklarında olaylardan kurtulanlar, bahçelerinde hayali soyağaçları yetiştiriyorlar. “Soyağaçları, çoğu zaman aşağıdan yukarı doğru büyür: tek bir gövdeden çıkan dallar, her dalın ortak atalardan ayrılmasıyla pek çok farklı soya ayrılır. Oysa ortakyaşam bize, bu tür ağaçların, geçmişin idealleştirilmiş suretleri olduğunu gösterir. Gerçekte... türler bir araya gelir, kaynaşır ve aynı döngüye başlayacak olan yeni canlılar üretir” (Margulis). Doğa dikine değil, yabancı bedenler birbirini kaptıkça, daha karmaşık ortakyaşamlar kurdukça ilerliyor. Ve olay, bedenlerin karşılaşması ve kaynaşmasıdır, her zaman dışarıda gerçekleşiyor. Olay, yaşamın ta kendisidir.

Dışarısı tükenince, içerideki dışarıyı durmadan fethedene, kendi üzerine kapanan ve kendi bedenini yiyip tüketerek hızla çürüyene leş denir. Leş, bünyesindeki en küçük yaşam belirtisine bile düşman. Baksanıza, yaşam belirtisi gösterenleri, yaşamı talep edenleri nasıl da terörist olmakla suçluyor. Bir leş olarak kendini pozitif konuma yerleştirenler, hâliyle yaşamı da negatif olarak tanımlayacak. Sanatta ve algı psikolojisinde, boşluğun içinde yer alan nesneye pozitif mekân, nesnenin içinde yer aldığı boşluğa ise negatif mekân denmesinin nedeni, olaylardan arınmış, olup bitmiş nesnelere yüklediğimiz olumlu anlamdır. Leşliği sonsuza dek sürdürmek isteyenler, kendilerini pozitif olarak pazarlıyor. Kapının dışında uzanan boşluk, yani dışarısı, olaylarla, yaşamın kuvvetleriyle buluşacağımız yer. Yaşam, başımıza gelebilecek en güzel olaydır. İçerisi, çürümenin mekânı; dışarısıysa yaşamın. Leşe rağmen, hâlâ içeride yaşayanlar var. Leş ile birlikte çürümek istemeyenler, kaçış çizgileri yaratmak zorunda; yaşamın kuvvetlerine dokunmak. Ama leş, dışarısı, yani yaşam tarafından yerinden edilmekten çok korkuyor. Leşle birlikte sonsuza dek çürümek kim ister ki, siz? Farklılıklarımıza rağmen, dışarıda birleşerek ortakyaşamlar yaratmak zorundayız. Simbiyogenez kurtuluştur.