Leyla Erbil’in eserlerinde…

MERT TUTUCU

Leylâ Erbil 1960 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı ‘Hallaç’ ile başlayan ve 1968 tarihli ‘Gecede’ adlı eseriyle devam eden bir şekilde eril dilin sınırlarını bozan, dilin mantıksal düzenini yerle bir eden, noktalama işaretlerinin kuralcı yapısını ihlal ederek farklı noktalama işaretlerine kapısını açan yeni sentaks, yeni semantik açılımları temel alan bir kadın dili kurma çabasındadır.

Leylâ Erbil'in dili, Foucaultçu manada söylersek tüm kapatmalara karşı deliliğin ve cinselliğin dilidir. Bu yüzden birçok hikâyesinde güvenilmez anlatıcının çarpık bilinç akışı süreçlerinin yankısını duyumsarız metinlerinde. Onun metni çetrefilli bilinç süreçlerine sahip bir öznenin libidinal bedeni olarak çıkar karşımıza. Kadın kimliğinin görünmezliği özelinde tüm ötekiliklerin yok varlığını -çünkü tüm ötekiler mevcutturlar fakat var değillerdir- bedenselleştirir. Organik bir söylem, bedensel bir temsiliyet bağlamında iktidarın aygıtlarından biri olan eril söylemin mekanikliğini ve organsız bedenlerini merkezdeki yerinden eder.

PATO-LİTERAL BİR YAPI

Leylâ Erbil'in bir kadın dili kurma çabası doğrultusunda şekillenen bütün metinleri birbirine eklemlenen, birbirinin tercümesi olan, bu açıdan literal; diğer taraftan literal kavramının imlediği kelimesi kelimesine bir tercümenin dayandığı hakikilik, hakikat algısını deliliğin söylemi ile bozduğu için de patolojik, bu anlamda pato-literal bir yapıdadır. Ancak metinlerinin pato-literal yapısı sadece hastalığı imlemez. Pato-literal hem hastalığı hem de tedaviyi hem zehri hem de panzehri içinde barındıran bir pharmakon'dur. Bu yüzden onun pato- ön ekiyle ifade ettiğim microbic durumu ikili bir yapıyı temsil eden micro-bic[ameral]'dır. Pato-literal, pharmakon yapısını imleyecek şekilde microbic; pato-literalin libidinal politikasını ve ikili yapısını temsil edecek şekilde bicameral yani iki meclislidir. Micro-bic[ameral] kavramı Leylâ Erbil'in sürekli öteki olana göndermede bulunan söyleminin mikro iktidar alanlarına yönelik mikro direniş yöntemini serimlerken, aynı zamanda ikili meclisin bir örneği olarak merkezi iktidarı temsil eden Lordlar kamarasının değil Avam kamarasının söylemini üstlendiğini gösterir.

leyla-erbil-in-eserlerinde-908749-1.

ERBİLİMSEL SEMİYOYİK

Leylâ Erbil'in bütün eserlerine egemen olan dil kuruluşunu tanımlamak için ise Erbilimsel semiyotik kavramını kullanmayı uygun görüyorum çünkü Erbil geleneksel dilin sürekli yeniden üretildiği yazınların arasında kendine özgü bir kadın dili yaratma amacıyla cesur adımlar atarak bunu başarmıştır. Maggie Humm'un ‘Feminist Edebiyat Eleştirisi’ (2002) adlı eserinde de belirttiği gibi Julia Kristeva'ya göre semiyotik söylem “(...) içgüdüsel dürtüler -çocuklar toplumun sembolik, yani biçimsel, diline girmeden önce anneler ve çocuklar arasında oluşan bir duyumsal dil evresi[dir] (...)” Hem Jacques Lacan hem de onun görüşlerinden etkilenen Julia Kristeva'ya göre sembolik dil babanın dilidir. Barış Çoban'da ‘Kadife Karanlık’ (2005) için kaleme aldığı ‘Lacan’ başlıklı yazısında bu durumu şöyle özetler: Babanın sembolik dil evreninin içine giren çocuk, annenin imgesel dilinden kopar fakat ömrü boyunca da bu imgesel dili bulmaya, objet petit a (küçük a nesnesi) denilen ötekilerle içindeki boşluğu doldurmaya çalışır.

KARAŞIN İSYANI

Bu görüşlerden hareketle Erbilimsel semiyotik üzerine inşa edilmiş Leylâ Erbil üslubunu tanımlamak için Leyl a (Kara a) kavramını kullanmak istiyorum. Leyl a, object petit a'nın bir benzeri olarak Leyla Erbil'in metinlerindeki ötekileri, görünmez olanları temsil eder. Leyla Erbil'in metinleri, Ece Ayhan'ın karşı çıktığı sarıların iktidarına karşı isyan bayrağını çekmiş karaşın bir söylemdir.

Bir erkek olarak dişil bir dil hakkında konuşmanın iki yüzlü olma deneyimi, bir maske olduğunu yazmalıyım belki de. Suratımın üzerine birincil bir surat olarak eklenen ve kendi suratımı ikincil konuma düşüren, benim olanın üstünü örten, beni özne olarak iktidardan eden, yüzüme yapışmış ikinci bir deri, bir zar, dahası bir hymen gibi bana hymen’den yoksun olduğumu hatırlatan bir travma derisi. Bu yazıyı yazarken kalemin fallusyen sivri ucuyla kâğıda kazıdığım kelimelerin yapısını bozmam veya şu bilgisayar programının imlecinin bir fallus gibi duran dikey eksendeki hareketine karşı sürekli olarak altı kırmızı bir işaretle -neredeyse bir regl kanı, iç ve dışı aynı anda imleyen hymen'in yırtılmasıyla ortaya çıkan kan ile- çizilmiş bir yanlış yazı örneği sunmam bana sürekli olarak hymen'den yoksun olduğumu hatırlatarak dilimin eril yapısını hadım etmektedir belki de. Böylece dilin eril tahakkümünü, rasyonel temelini ve sembolik işlevini askıya alarak, askıda bırakarak, hatta daha iyisi askıda unutarak çift katmanlı, östroteron bir metin yaratarak kadın dilinin Fransızca'da ‘é’ harfinde Türkçe'de ‘ğ’ harfinde görünmezliğini görünür kılmaya çabalıyorum. Öyle ki toplumsal cinsiyet kalıplarına uymayan erkeklere yumuşak denmesinin sebebi de bu görünmez kılma isteği değil midir? Hem Leylâ Erbil'in metinleri virgüllü bir ‘g’den, alfabenin sesçil kapatmasına direnen, duyulmadığı için görünürlüğü sürekli olarak ihmal edilen bir ‘ğ’ temsilinden başka nedir ki?