Son dönemde zihinleri bulandıran, gündemi adeta bombardımana tutan bir dizi gelişme yaşandı. Damat’ın istifası, Çakıcı’nın tehditleri, İyi Parti’de Özdağ vakası, İnce’nin Türkiye turu, Biden’ın zaferinin Türkiye’ye etkisi, iktidarın “reform” vaadi, Katar’a peşkeş çekilen yeni kaynaklar… Listeyi uzatmak mümkün. Tanık olduğumuz bu yoğun gündem maddelerini tek tek ele alırken bazen bütünü ıskalayabiliyoruz. Bu nedenle bu hafta bir siyasi panorama çizmeye gayret edeceğim.

Başlangıçta pragmatik bir biçimde kurulan AKP-MHP bloku zamanla tarafların birbirine mahkûm oldukları bir ittifak haline dönüştü. Bu mahkûmiyet yalnızca yüzde 50 artı 1’e ulaşma zorunluluğundan kaynaklanmıyor. Her iki siyasi oluşumun gün geçtikçe siyaset yapma biçimi açısından birbirine benzemesinden ve rakipleriyle hiçbir koşulda yan yana duramaz hale gelmelerinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla iktidar bloku iç krizlerine rağmen şimdilik aynı rotada ilerlemek dışında bir seçeneğe sahip değil.

AKP tabanında partinin “milliyetçileşmesinden” rahatsız olan geniş bir kitlenin olduğunu liberaller sık sık gündeme getiriyorlar. Ancak AKP’nin mevcut tabanının ideolojik nedenlerle partiden şikayetçi olduğu iddiasının bir gerçekliği yok. Bu tip bir rahatsızlık içinde olanlar zaten artık AKP seçmeni değil. Bahçeli, Erdoğan’dan sonra AKP tabanında en başarılı bulunan ikinci siyasetçi. Benzer bir durum MHP tabanı için de geçerli. Orada da Bahçeli’yi Erdoğan izliyor. Buradan çıkan sonuç ise şu; AKP-MHP tabanı birbirine benzeşerek daralıyor. Daraldıkça da saldırganlaşma potansiyeli artıyor.

AKP’nin eskiden gelen kadrolarında MHP’ye bağımlı olunmasına karşı bir tepki olduğu ise bilinen bir durum. Fakat bu kesimin siyasi karar almada artık bir gücü kalmadı. Öte yandan yine daha çok liberaller tarafından dillendirilen AKP’nin MHP tarafından esir alındığı, bu yüzden demokratik adım atamadığı tezi de AKP’yi hâlâ “reformcu” bir parti olarak göstermek gibi vahim bir hatadan kaynaklanıyor. Bu vesileyle yeniden hatırlatmak elzem. AKP kendisine reformcu sıfatı verilen ilk döneminde dahi sağ popülist-muhafazakâr bir stratejiye uygun olarak emek düşmanı bir politika izliyor ve kendi inisiyatifinde neoliberal bir güvenlik devleti inşa etmeye çalışıyordu.

AKP, bugün MHP ile ortak olmasa da reform yapamaz. Bir defa mevcut rejim başlı başına böylesi bir “açılıma” set çekecek bir özelliğe sahip. Ötesinde AKP’nin moda deyimle “yeni bir hikâye” kaleme alacak ne vizyonu ne de kadrosu var. Erdoğan’ın tüm çabası, büyüsü kaçmış eski hikâyenin sürdürebileceğine sermayeyi ve uluslararası güç dengelerini ikna etmek üzerine kurulu. Fakat o mahfillerde de mevcut iktidarın “kullanışlı bir ortak” olduğuna inandırılacak pek fazla kimse kalmadı.

Şayet bu reform balonu da çabuk sönerse – ki öyle görünüyor- iktidar blokunun işi iyiden iyiye zorlaşacak. Pandemi sürecinin iyi yönetilememesinden kaynaklanan yıkıcı insani ve ekonomik sonuçları daha da hissedilir hale gelecek. Bunu gören iktidar çözümü muhalefete daha kalın bir sopa göstermekte arayacak. Çakıcı’nın bitmek bilmeyen tehditleri ve Erdoğan’ın suskunluğu, devletin hakkını arayan işçiye reva gördüğü baskı, pandemiyi gerekçe göstererek yaşam tarzına yapılan yeni müdahaleler, demokratik kitle örgütleri üzerindeki kuşatma iktidarın çoktan çıkmaz sokağa girdiğinin birer kanıtı. Bu çıkmaz sokaktan Katar’ın ipine sarılarak çıkmak ise mümkün değil.

Muhalefet ise liberal zehirlenmeden kendini kurtaramadığından toplumun önüne kurucu bir siyaset koyamıyor. Belki iktidarın muhalefeti karıştırma operasyonlarını savuşturabiliyor, erken seçim isteme gibi siyasi taleplerde ortaklaşabiliyor ancak öfkeli kitlelere senin derdinin dermanı bende güvencesini veremiyor. Yoksulluğun bu denli kitleselleştiği, genç-yaşlı, kentli-köylü dinlemediği, tüm emekçileri sarstığı bir konjonktürde liberal vaatlerin bir fanteziden ibaret olduğunu idrak edemiyor. Muhalefetin sağ bileşenlerinin söyleyemediğini CHP de söylemeyince ittifak perçinlenmiş olmuyor aksine kamuculuğun, laikliğin, özgür yurttaşlığın hasretini çeken milyonlarca seçmen küsüyor, gelecekten ümidini kesiyor.

Toplumun yarısından fazlası gidişatın kötüye doğru olduğunu söylemesine rağmen muhalefet büyüyemiyorsa orada oturup iki kere düşünmek gerek. Bu tablonun oluşmasında en önemli etken toplumsal muhalefete sırt çevrilmiş olması.