Boykot, bir pasif direniş yöntemi. Gücü elinde bulunduranın değil, o gücün kurbanlarının başvurduğu bir yöntem. Öyle bilinir. Silahınız, savaşacak kadınınız/erkeğiniz, size destek verecek uluslararası bir kamuoyu yoktur. Saldırgan gücün, en azından malını, her ne üretiyorsa onu almamayı bir direniş aracına çevirebilirsiniz. Hepsi bu.

İşe yaradığı da olur bunun. İngiltere’de ırkçı Beyaz Afrika rejimiyle işbirliği yapan bir bankanın bir kısım müşterisi, bu işbirliğine olan tepkilerini söz konusu bankadan hesaplarını çekerek göstermişlerdi. Çok değil, sadece 20 bin tasarruf sahibiydi söz konusu olan. Banka Güney Afrika rejimi ile olan ilişkisini bitirmek zorunda kalmıştı. Boykot gibi pasif direnişlerin etkisi yabana atılmamalı.

Hem barışı, hem de mücadeleyi savunanların yöntemidir boykot elbette. Hem güçlü, saldırgan, zalim olup hem de ezdiğiniz, saldırdığınız kesimleri, grupları, halkları boykot ettiniz mi artık bu yüzsüzlük olur, en hafif deyimle.

İsrail Savunma Bakanı Avigdor Liberman “yüzsüzlük”te ölçüleri son derece çiğnemiş bir politikacı. Zaten ülkesinin siyasetinde “şahin” bir çizgisi olan Liberman, İsrail “devlet terörü”nü adeta kutsayan biri olarak öteden beri barış yanlısı kamuoyunun hoşlanmadığı bir isim.

Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararından sonra İsrail’deki Arapların tepkilerine karşılık tüm İsrailli Yahudilerden,İsrail vatandaşı Arapları boykot etmelerini istedi. Sanki İsrail gücsüz, elinde acımasız bir savaş makinesi olmayan bir devletmiş gibi. Tel Aviv’in kuzeyindeki Vadi Ara ile Ummu el Fahm semtlerinde Araplar yoğun olarak yaşarlar. Liberman, İsrailli Yahudilere bu semtleri ziyaret etmemeleri, Arapların sattığı ürünleri almamaları çağrısında bulundu.

Sağcı politikacı dünyanın her yerinde aynıdır. Önerdiği ya da aldığı kararın sonucunun nereye varacağını kestiremez. Böyle bir derdi de yoktur zaten. Kısa vadede, ilkel milliyetçi duyguları ayaklandırmak daha çok işine gelir. İsrail’in böyle bir çağrıyla aslında kendisine zarar vereceğini düşünmez Liberman. Sağcı refleksi budur. İsrail 8 milyondan fazla bir nüfusa sahip. Bunun 2 milyonunu, İsrail devletinin “İsrailli Araplar” olarak tanımladığı Araplar oluşturuyor. Ülke ekonomisine, tarımına ciddi katkıları var. Liberman’ın “almayın” dediği ürünleri İsrail’de üretiyorlar. Yani Liberman aslında İsraillilere İsrail ürünleri almamaları çağrısı yapıyor. Ezen bir devletin yöneticisi olarak, hakkı varmışcasına, ezdiği kesimlere karşı boykot uygulamayı isteme sersemliği bir yana ekonomk açıdan da gerekçi bir çağrı değil yaptığı. Çağrıyı yaparken kullandığı dil korkunç elbette: “Burada Araplara istenmediklerini hissettirmeliyiz. Beni en çok rahatsız eden şey, Vadi Ara’daki çatışmalardı. Çok sinir bozucuydu. Neredeyse bir gazeteciye ve polis memurlarına saldırdılar. Uzun yıllardır bu insanların İsrail Devletine ait olmadığını ve devletle hiçbir bağlantıları olmadığını söyledim”.

Sağcı politikacının tepki göstermeden anladığı ilkel bir intikamcılık sergilemek. Liberman da o politikacılardan. Sağcı kafasızlığından ezeli düşmanı olduğu Araplar değil, ülkesinin aydınları, sosyalistleri de payını alıyor haliyle. Kudüs protestolarında polis şiddetini eleştiren İsrailli aydınlara da ağzına geleni söyledi. “İsrail Sol’unun, Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak tanınmasına tepki olarak Filistinlilerle geniş bir dayanışma olduğunu gözden kaçırmadık.” Liberman’ın “pols şiddet göstermekle çok iyi yaptı” da dediğini de eklemiş olayım.

Liberman saldırgan, terörü bir devlet politikası haline getirmiş bir devletin bakanı olarak yüzsüzlükte sınır tanımıyor gerçekten. İşgal edilmiş topraklarda, sahipleri kovulmuş yerlere nüfus taşımak, yeni yerleşim birimleri inşa etmek, iki toplumun bir arada yaşamasını önleyecek ne varsa uygulamak yetmezmiş gibi şimdi bir de belki de olandan bitenden rahatsızlık duyan İsrail halkının “millyetçi/dinci” yanlarını okşayarak Arapları boykot çağrısı yapmak sağcı politika yapma tarzının bir örneği.

Bizim coğrafyada çok sık rastlanır, malum.