İnsanın kalbini aydınlıkla dolduran ve gerçekten de ışıklarla dolu bir yoldur Likya yolu. Eninde sonunda denize, onun tirşe aydınlığına bakan patikalar, yeşilden sarp kayalıkların grisine varan değişik tonlarıyla bir renkler yolu…

‘Likya Yolu’ ve ‘canavar’ı öldürmek

Aydın Afacan

Doğanın tahrip edilmesi, uygarlığın başlangıcından beri birtakım ‘canavar’ öykülerinin ardına saklanmıştır. ‘Modern’ insanın atalarından Gılgamış sedir ormanının koruyucusu dev Huwawa’yı neden öldürdü dersiniz? Üstelik suç ortağı, ormanın bağrından kopup gelen Enkidu idi: Ölüp gittiği yeraltında bile ‘öteki’ olmaktan kurtulamayan ‘yaban’ Enkidu! Bir açıdan insanın serüveninin özeti gibi… Uygarlığın serüveni bilinir; ‘sınıflar cengi’nden çeşitli işgal ve istilâlara uzanan birçok fiili barındıran bir serüven. Mitoslardan da anlaşılacağı üzere, insanın doğayı denetimi hayal gücü içinde başlamıştır. Bunun bazı açılardan sürmekte olduğu kolaylıkla görülebilir. ‘Erk’in, korkunç fiillerine kılıf uydurmak için icat ettiği masallar farklı niteliklerle de olsa varlığını sürdürmüştür hep. Doğaya ait öğeler ve kadına (dişil olana) ilişkin efsanelerin derin benzerlikleri de yılan-ejder figürlerinin çoğunlukla ‘dişi’ olarak tasavvur edilmiş olması kadar ilginçtir… Bulunduğumuz topraklar ve yakın çevredeki ‘canavar öldürme’ eylemleri, Gılgamış’ın yaptıklarıyla sınırlı değildir elbette. Tiamat’tan İlluyanka’ya, Ekhidna’dan Şahmeran’a bir dolu efsane sayılabilir bu bağlamda.

Khimaira’nın katli

İster atın evcilleştirilmesi ister Amazonlar benzeri bir topluluk olan Gorgonların alt edilmesi biçimindeki yorumlara dayansın, Medusa mitosu ve oradan zincirleme doğan diğer efsaneler her durumda ‘erk’in korkunç marifetlerini barındırır. Medusa’nın kesik başının kanından doğan bir diğer varlık da ‘kanatlı at’ Pegasos’tur. Onu ehlileştirmek işi de mitosun bir tradisyonuna göre kardeş katili olan Bellerophontes’e düşer. (Bazı kentlerin kuruluş mitoslarına dikkat: Şehrin yani medeniyetin kuruluşunda da ‘kardeş kanı’ vardır.) Öyküsünün diğer yönleri bir yana, başka mitos ve dinsel anlatılardaki benzerlerinde olduğu gibi Bellerophontes, gönderildiği krala verilmek üzere kendi ölüm fermanını içeren bir mektup taşımaktadır. Onu gönderen kral, kendisi öldürmek istemediği için bu işi kayınbabası Likya Kralı İobates’ten istemiştir. Bu kral da ona birçok efsanede olduğu gibi başarılması neredeyse imkânsız bazı görevler verir. Bölgedeki Amazon topluluğunu ve bir dağ kabilesini (Solymler) alt edecek olan Bellerophontes’in başardığı bir diğer ‘görev’ de aslan-keçi-yılan karışımı olan ve ağzı parlak alevler saçan Khimaira’yı öldürmekti. Khimaira, yine birçok ejder/canavar efsanesinde olduğu gibi, bölgenin doğası ve gizemin ilişkin simgesel özelliklere sahiptir. Bu efsane ‘Işık Ülkesi’ Likya’nın (Lukka) bugün ‘Yanartaş’ olarak anılan bölgesi ile bağlantılı olmalıdır. Yine malum kahramanın yenilgiye uğrattığı Amazonlar üzerinden ‘Işık Ülkesi’nin anaerkil özellikler taşıyan yönetim biçimine ilişkin çağrışımlar… Muktedir kahraman ise her yerde ve her zaman olduğu gibidir: Kibri ve eylemleriyle ‘meşru’dur hep!

Şahmeran’ın katli

Doğa farklı kültürlerde hep ‘ana’dır. ‘Dişil ve karanlık’ yönleriyle ‘Yer’ (Gaia) öyle konumlandırılmıştır. Aynı şekilde Tiamat, İlluyanka, Melusine gibi ‘kadın yüzlü yılan gövdeli’ figürler de örneğin Goddesses in World Culture’da (ed. Patricia Monaghan) hayatın kaynağı sayılan ‘ilksel ana’ biçiminde anılır. Baştan gövdesinin yarısına kadar çok güzel bir kadın, gövdesinin diğer yarısı ise yılan biçiminde olan, gömülere bekçilik edip düşmanlarını soluğu ve bakışıyla öldüren bir ‘yaratık’ olarak tasavvur edilen Şahmeran da benzer özellikler taşır. Bu benzerlik ‘yazgı’da da söz konusudur: İster XV. yüzyıl şairlerinden Abdi Musa’nın Camasbnâme adlı mesnevisinden ister Binbir Gece Masalları’nda farklı versiyonlarından okunsun; ister sözlü gelenekteki farklı aktarımlarına bakılsın her durumda bir ‘ihanet’ öyküsüdür. Bu ihanetin faili veya kahramanı da insandır. Oduncu arkadaşlarıyla rastlantı sonucu buldukları bal kuyusuna inen Camasb, oradaki defineyi yukarıya ilettikten sonra arkadaşlarının ihanetine uğrayarak kuyuda bırakılır. Çaresizlik içinde mağaradan kurtulmaya çalışırken, daha derine, Şahmeran’ın sarayına girer. Burada, bambaşka bir dünyadır gördüğü… Şahmeran, bu şaşkın ve masum delikanlıdan hoşlanır ve uzunca bir zaman onu ağırlar; bu arada onu orada tutabilmek için çeşitli masallar efsaneler anlatır. Tüm bunlara rağmen Camasb, ülkesini özler. Kısaca sonun başlangıcıdır: Sonunda bir hükümdara kurban edilecektir Şahmeran… Muktedir yine bildik muktedir!

‘Likya Yolu’ kaybolursa…

İnsanın kalbini aydınlıkla dolduran ve gerçekten de ışıklarla dolu bir yoldur Likya yolu. Eninde sonunda denize, onun tirşe aydınlığına bakan patikalar, yeşilden sarp kayalıkların grisine varan değişik tonlarıyla bir renkler yolu… Bazı zaman tuhaf bir baş dönmesi; bu, yalnızca dik yamaçlar, sarp kayalıklar veya uçurumlar yurdu oluşundan değil, havasının tuhaf bir ‘hale’ taşımasından kaynaklı. Sabahı öğleni ve tüm vakitleriyle insanın içini masallarla, eski zaman şarkılarıyla dolduran bir hale… Baştan ayağa insanın öyküsüyle dolu bu yolun güzelliği, insanın fazla bulaşamamış olmasından kaynaklanıyor tuhaf biçimde. Gelgelelim o bildik ‘sermaye bakışı’, yüzlerce yıl korsana, işgalciye, zamanın tanrılarına kafa tutmuş bu ışık ülkesini de keşfetmiş görünüyor ne yazık ki!
Bulunduğu her yeri masaldan, doğal gizeminden, büyüsünden, tarihinden, kısaca belleğinden mahrum bırakan o vicdan yoksunu bakış! ‘Özel bir manzara’, ‘orman içinde denize nazır villa’ hevesleri ve onları sunan o bildiğimiz zihniyet… Evet, yine o, o bildiğimiz ‘kahraman’!