Lilith’in çocukları olmak ya da olmamak...

Jung’un kuramsallaştırdığı analitik psikolojiye göre bir erkek, ‘kolektif anne’ arketipinin korkutuculuğuna kapılıp kendi annesine karşı olumsuz duygular -korku, nefret vd.- besleyebilir; kişisel anne imgesini ‘koruyan Meryem’ yerine ‘lanetli Lilith’e yükleyebilir. Böylece özelde anne-genelde kadın tehditkâr bir varlığa dönüşür. En bariz örneği cadı kavramında ortaya çıkan bu varlık, rahim sahibi olduğu için yeryüzüyle kolayca bağlantı kurmakta, ‘büyük ana’dan aldığı güçle normal insanların yapamayacağı şeyler yapabilmektedir.

Kurumsallaşmış dinlerin öne çıkardığı bu ‘korkunç kadın’ kötüdür, baştan çıkarır, hedeften saptırır, erkeği kendi amaçları için kullanır. Yahudi-Hıristiyan mitolojisine göre Havva’dan önce var olan kadın Lilith, ikisi de topraktan yaratıldığı için Adem’le eşitlik iddiasında bulunmuş,Tanrı’nın yasak ismini söyleme cüretini gösterip cennetten dünyaya kaçmış ve yeryüzünü doğurduğu kötülüklerle kaplamaya başlamıştır. Tanrı’nın çözümü basittir: Bir sonraki kadın olan Havva’yı, eşitlik iddiasında bulunamasın diye Adem’in kaburga kemiğinden yaratır. Ama, Lilith gibi olmasa bile Havva da ‘bozuk’ ve zararlıdır, Adem’in yasak meyveyi yiyerek cennetten kovulmasına yol açar. Büyük tek tanrılı dinler bu yüzden erkeği kadına karşı koruyan çok sayıda düşünce, kural ve ceza geliştirmiştir. Nedenini anlamak zor değil: Ataerkil ve erkek-egemen toplumsal yapının sömürü çarkları böyle çok daha iyi çalışıyor.

Sanat ve anlatı tarihine Jung’un kuramı üzerinden bakarsak ‘canavar anne’ arketipinin en çok etkilediği alanın sinema olduğunu görürüz. Dünya sinemasında çok sayıda örneği varsa da -örneğin efsanevi Rus yönetmen Tarkovsky’nin Zerkalo/Ayna filminde bu canavar anne ile çok net biçimde karşılaşırız: Anne şehirde entelektüel bir kadınken ağaçlar arasındaki köy evinde gizemli güçleri olan bir varlığa, kadının saçlarını yıkadığı bir sahnede açıkça canavara dönüşür- kolayca kadın düşmanlığına evrilen bu anlatıların asıl merkezi Hollywood’dur.

Hollywood korku sinemasının kadının ne kadar tehlikeli bir yaratık olduğunu anlatan on binlerce anlatısının son halkası bu hafta gösterime girdi. Dead Night/Bitmeyen Gece, kadim bir ‘toprak ana ve cadılar’ kültünün dünyanın geleceğini nasıl belirlediğini anlatıyor. İçlerinden birinin Lily -Lilith- adını taşıdığı bu cadılar konseyi erkekleri birer uşağa dönüştürürken sarışın kadın politikacıları da yukarılara taşıyor.

Film aslında atmosfer yaratma açısından türünün çok iyi bir örneği; yönetmen Baruh cadıların ormanını tam da Slav mitolojisi başta olmak üzere tüm kadim anlatılarda şeytanın mekânı olarak tanımlanan biçimiyle görselleştiriyor. Ama, bazı sahnelerde büyüleyici bir konsere dönüşen müziğin de eşlik ettiği bu güçlü görsel estetik, hastalıklı inanışlara ve cinsiyetçiliğin en çarpık versiyonlarından birinin yeniden üretilmesine hizmet ettiği için çok kötü, insanlık düşmanı bir noktada duruyor.

Sinemadan çıkan genç adam tabii ki bilinçli şekilde “Vay be, kadınlar hakikaten böyle! Bundan sonra onlara karşı daha dikkatli olmalıyım!” demiyor. Ama bu eril kaygı durumunu özel yaşamında annesiyle, kız kardeşiyle, sevgilisiyle hatta kendi kızıyla olan ilişkilerinde nasıl içselleştirmiş olduğunu kolayca görebiliyorsunuz. Bu genç adamın da parçası olduğu erkek-egemen toplum sayesinde yeni canavar anne hikâyeleri üretiliyor, bu hikâyeler sayesinde o genç adamın da parçası olduğu toplum, kadın düşmanlığını daha da normalleştirebiliyor.

Bu kısırdöngünün kırılabilmesi için kadınların gerçekten de biraz Lilithleşmesi gerekiyordur belki de -Hollywood filmlerindeki gibi değil tabii!