“Linç” sözcüğünün nereden geldiğini biliyor musunuz?

Charles Lynch, 1736 yılında İrlanda göçmeni bir ailenin oğlu olarak Virginia, ABD’de dünyaya gelir. Virginia’daki Lynchburg kentinin adını alır. Aile çiftçilikle geçinmektedir. Charles, sıradan bir çiftçiyken 1767 yılında düzmece bir mahkemenin hâkimi oluverir. Bu mahkeme Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında İngilizlerden yana olanları cezalandırmak için kurulmuştur. Charles’ın kişilik, eğitim, liyakat esaslı hiç bir altyapısı yoktur. Keyfi uyguladığı acımasız yaptırımları ile ünlüdür. 1780 yılında birçok olayda Lynch ve bazı milis komutanları Virginia’da İngiliz yanlısı olduğundan şüphelendikleri insanları apar topar yakalayıp, yasadışı mahkemelerde yargılayıp kırbaçlama, malına el koyma, zorla askere alma gibi cezalara çarptırıyorlardı. Lynch’in verdiği cezalar ve başkanlık ettiği mahkeme süreçleri 1782 yılındaki Virginia Genel Meclisinin kararıyla yasal ilan edilmiştir. Lynch Yasaları; Charles Lynch sayesinde ünlü olan bir tanımlamadır ve yasadışı olarak suçluların cezalandırılmasını anlatır. Linç etmek, linç yasaları gibi deyimler 1850’li yıllarda sözlüklere girmiştir. 1811 yılında Yüzbaşı William Lynch, linç etmek filinin hak sahibi kendisi olduğunu iddia etse de 1780 yılında mahkeme kararlarında geçen yasama şeklini anlatmak için ilk kez kullanılmıştır.

Adını 250 yıl önceden alan bu kültürün kendini bugün hâlâ bütün özellikleriyle sert bir şekilde gösterdiğini söylemek yanlış olur mu? Servet Turgut’un Van’da helikopterden atılması bir linç değil de nedir? Bu konuyla ilgili yapılacak haberlere yayın yasağı getirmek bile bir linç değil midir? Habercilikle ilgisi alakası olmayan bir üslupla, cinsiyetçilikle bir sunuş yapan bir “spikerin” kendisini eleştirenleri hiç alakası olmadığı halde “milliyetçilik”, “vatan, millet, sakarya” kavramları üzerinden halkın önüne atmak linçe ortam hazırlamak değil midir?

Komşusuyla kavga ettiği için tutuklanan bir sanatçı ile ilgili sadece “tutuklamanın hukuksuzluğu” ile ilgili sayfalarca yazı yazmış birini, başlık okuyarak, yazılanın tamamını bile okumadan “harcamak” en basit tabiriyle bir linç değil midir?

Yine aynı sanatçıyı, olayda henüz yargılama devam ederken, “masumiyet karinesi” ilkesini hiçe sayarak yerden yere vurmak linç değil midir?

Ermeni vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı sokaklardan “Allah Allah” nidalarıyla, marşlarla, ellerinde silahlarla geçmek bir linç değil midir?

Hukuku, hukukun üstünlüğünü, adil yargılamayı hiç umursamamak sizi Charles Lynch yapmaz mı!? 250 yıl önce yaşamış bu cani gibi dolaşmak nasıl içe siner? Sizi insanlıktan çıkartmaz mı?

Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’in de aralarında olduğu 17 siyasetçinin tutuklandı. Avukatlar tutuklanan müvekkillerine eşyalarını vermek istedi. Eşyaların verilmesine engel olan polis, avukatları ve milletvekillerini adliye koridorunda darp etti. Polisin yaptığı linç değil midir?

“Linç”in her türlüsünü bu kadar günlük yaşamımıza sokan, bu kadar sıradanlaştıran bir hükümeti kendimize ne kadar yakıştırıyoruz? 250 yıl öncesine dönmek; ilkelleşme değil de nedir?

Linç kültürü 21’nci yüzyıla yakışır mı?

***

Yine bu köşede yayınlanan “Paçozlar ve Aydınlar” başlıklı yazımda anlatmıştım. Kabataş Lisesi’nin 26 yıllık Cahit Kocaömer Kütüphanesi boşaltılarak Teğet Mimarlık adlı bir şirkete kiralanıyor. Kiralamayı yapan Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı. O kütüphaneden ve kiralanan diğer odalardan görüntüler geçtiğimiz günlerde basına yansıdı. İçim acıdı, yüreğim parçalandı. Müzik odası, enstrümanlar depolara adeta atılmış. Türkiye’nin en köklü eğitim kurumlarından biri, kendini padişah sanan bir vakıf başkanı tarafından sermayeye peşkeş çekilmeye çalışılıyor. Eğitimcilerden öğrencilere, mezunlara kadar herkes bu durumdan rahatsız ve öfkeli! Mimarlık ofisi henüz mekâna taşınmamış. Taşınmaları da mümkün görünmüyor. Kabataşlılar buna izin verecek gibi değiller. Buradan hem vakıf başkanı İlyas Tunaoğlu’na hem de Teğet Mimarlık’ın ODTÜ’lü yetkililerine yine ODTÜ’lülerin o meşhur sözü ile seslenmek istiyorum. Belli ki Kabataşlılarla uğraşmak da güven, özveri ve tecrübe istiyor! Hemen bu yanlıştan dönün ve okulun alanlarını gerçek sahiplerine; öğrencilere verin. Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı kimsenin babasının çiftliği değil!

***

#SenHavuzsanBizDeniziz

Besteci, gitarist dostum Cenk Erdoğan diyor ki: “İçinde yaşadığımız dönem bir besteci için bulunmaz bir fırsattı. Mecburen eve kapanıp kendimi dinledim. Doğayı gözlemledim. Her gün sokaktaki çukurlardan çiçeklerin hızla büyümesini takip ettim. İstanbul’un aslında ne kadar sessiz olabildiğini ve buna ne kadar özlem duyduğumu fark ettim. Yaşadığım zorunlu içe dönüşü müzikle seslendirmeye ve çoğalmaya çalıştım. Kısacası ‘Arıyorum Hâlâ’ bir çıkış yolu.”

Cenk Erdoğan’ın “Arıyorum Hâlâ” albümü CK Music Production etiketiyle geçtiğimiz günlerde çıktı. Siz de dinleyin, birlikte arayalım.