Geçtiğimiz bir iki aydır sosyal medya linçlerimiz çok güzel bir şekilde arttı. Belki fark etmişsinizdir, ifşa edilen tacizciler, röntgenciler, ilginç memurlar, tuhaf yorumlar; canlıya – ölüye insanın aklına gelmesi zor türlü hakaretler, zor durumdakilere karşı “beter olsunlar” istekleri… Liste gidiyor da gidiyor. Her gün bunlara maruz kaldıkça da herkes artık daha da çok nefretle ve hırsla doluyor sanki. Her gün insanlar “Şimdi kime çılgınlar gibi hakaret etsem?” ya da “Şuursuz bir laf bulup üzerine hakaretli yorum çaksam” havalarındayız. Çünkü aşağılamak ve nefret etmek çok kolay. Birbirimizden nefret etmek için sebep aramaya da çok gerek yok. Mesela bir partinin taraftarlarıyla diğer herkes, diğer herkesle başka herkes, onlarla bunlar, yerlilerle yabancılar, ülke içindeki yabancıları sevenler – sevmeyenler, birbirlerinin tutmadığı takımları tutanlar, birbirini daha çok milli olmakla ya da sahtekârlıkla suçlayanlar gırla… Herkes bir şeylerden diğerini suçluyor, hakaret ediyor. Güzel bir açılım. En azından birbirimize nefretimiz göz yaşartıyor. Neredeyse bu nefreti enerjiye çevirsek tüm körfez ülkelerinden demeyelim de çoğundan daha zengin olabiliriz. Elimizdeki nefreti nerede kullanacağımızı bilmediğimiz için birbirimiz üzerinde kullanıyoruz.

Nasıl böyle oldu? Kimler bu ateşi yelledi az çok görünüyor. Maksat ilk taşı atabilmek, sonrası toplumsal taşlama, linç… Zaten fiziksel linç de çok uzak olduğumuz bir şey değil. Mesela bu kadar yazı okuyabilecek sabrınız varsa sizin için çok zor. “Neden nefret?” sorusunu yanıtlamaktan çok daha kolay nefret etmek.

“Birbirimizi karşılıksız sevelim, sonrası gelir” çözümü şimdilik uygulanması zor da olsa, nefreti ve kötülüğü yaymak ve beslemek yerine her zaman iyiliği ve güzel şeyleri yaymaya çalışabiliriz. Bunu artık nasıl yaparsınız, yapabilir misiniz, orası size bağlı. Zaten bu konularda çok kafa yorarsanız, Allah korusun bulut bilişime bakan başbakan gibi olursunuz. O yüzden akıl sağlığı için öncelikle kötü duygulardan uzak durmak gerekiyor ama ne mümkün? Okuduğumuz, şahit olduğumuz her olayda akıl sağlığımız beynimizi halay ve çeşitli halk oyunları (bazen bir Maraş dondurması şovu) hatta bazen de kılıç kalkan gösterisi eşliğinde terk edebiliyor. Akıl baştan gidince zaten geldikçe geliyor. Keyfiniz yoksa aksilik de saçmalık da sizi buluyor. Zaten gergo olan ruhunuz iyice geriliyor. Gerildikten sonra da bir süre kendini toplayamayıp folloş olmuş bir şekilde kafanızın içinde yer bulmaya çalışıyor.

“Mantıksızlığa karşı nasıl bir mantık uygulanmalı” sorusu aslında bizim sormamız gereken. Mantıksızlığı hangi mantıkla yenebilirsiniz? Aynştayn’ın sevdiğim bir lafı var, aslında biraz kahvehane çözümü gibi ama yine de çok anlamlı. Saçlı diyor ki “Problemleri oldukları gerçeklik içinde çözmeye çalışmak ameleliktir”… Çok iş yaparsınız ama çok da bi şey yapamazsınız yani. Yeni bir mantık oluşturmak, oyunun kurallarını belirlemek, takipçi değil takip edilen olmak, o zamana kadar söylenmemiş bir şey söylemek ya da tamamen kuralları değiştirip yeni, daha farklı herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir oyun açmak gerekiyor belki de. (Oyun filan yazınca hemen aklıma “Büyük oyun” geliyor, harika bir oyun, herkesin yıllardır gördüğü mitolojik bir oyun. İnsanlar neye inanıyorsa onu görüyor zaten artık.)

Herkesin her şeyde sadece istediği şeyleri gördüğü bir durum içinde, bir şeyler nasıl tarif edilebilir? Neredeyse memleketçe koskoca bir Rorschach testinin içindeyiz. Bizlere bir şeyler gösteriliyor ama herkes bilinci izin verdiği kadarını görebiliyor. Aynı testi ne zaman bilinç değil de vicdanımızla yapabilirsek, belki o zaman gönüller bir olur. Sevgiler.