Sol-liberaller başından itibaren kirli bir dövüşün içinde bulundular, bu kirli dövüş, ün ve para karşılığında tamamen tutarsız bir ideolojik kimlik adına, solun bastırılması, kimliğin belirsizleştirilmesi, solculara saldırılması üzerine kuruluyordu.

Bu anlamda sol liberallerin kritik işlevi toplumsal akıl tutulmasını sağlamak, en önemlisi de bir bütün olarak solun ülke gündeminin dışına düşmesini sağlamaktır. Basın, medya ve yayın dünyasında aktif görevler üstlendiler ve Türkiye’de AKP iktidarının asla ve kata başaramayacağı şekilde ve düzeyde kamuoyunu yönlendirdiler. Bu yönlendirme asla onların tek başlarına yapabilecekleri düzeyde değildi, kendilerine iktidar tarafından alan açılmıştı, itinayla mikrofonlar onlara tutuluyordu, hatta iktidar adına havlamaları için beslenmişlerdi. Bu kadar açık ve nettir bu durum.

Normal bir ülkede, kimyada çok sık kullandığımız adlandırmayla Normal Şartlar Altında (NŞA’da) sol liberallerin çoğu bu performanslarıyla, bu yaratıcılıklarıyla, bırakın bu kadar ünlü olmayı ve toplum nezdinden bilirkişi olmayı, tutarsızlıkları ile deşifre olur ve hatta aşağılanırlardı. Türkiye’deki özel durum, aslında iktidar tarafından geçmişten günümüze uzman-bilirkişi kurumunun tamamen rayından çıkartılması ile gerçekleşti. 1980 sonrasında Türkiye’de uzman-bilirkişiler itinayla yeteneksiz, cahil ve hatta tutarsızlıkları ayan beyan görünen insanlardan seçilmeye başlandı. Aynı şekilde, askeri darbeden sonra Türkiye’de insanların kariyerleri çok derin kırılmalarla şekillendi. Bu anlamda Türkiye’de kamuoyunun önündeki kişiler büyük oranda saçmalamaları ile gündemden pay kapmak için çırpınıp durdular, ünlü olmak için ruhlarını sattılar. Türkiye bu anlamda 12 Eylül’den sonra itinayla Faust’ların gündemi belirledikleri, entelektüellik adına caka sattıkları, kifayetsiz muhterislerin sanatçı-aydın pozlarına büründükleri, sol liberallerin itinayla kendi değerlerini pazara sürdükleri bir alan oldu. Öyle ki bu kadar tutarsızlık hiçbir toplum için normal ve kabul edilebilir olamaz.

Ahlaki meşruiyet bunalımı

Türkiye’de siyasi iktidar aydının toplum nezdindeki imajını değiştirdi:
1. Bir yandan bu insanları tutarsızlıkları nedeniyle itibarsızlaştırdı,
2. Öte yandan ün karşılığında maddi yönden güçlendirdi,
3. Eserleri ise niteliksizleşirken popülerleşti.

Sonuç olarak bu değişim Türkiye insanında derin bir güvensizlik ve ahlaki dejenerasyona neden oldu. Gerçek budur, bir toplumda, hele o toplum az gelişmiş ise, aydınların tutarsızlıkları ve onların iktidarla Faustvari pazarlıklar yapmaları çok derin bir etik-meşruiyet krizi yaratır ve sonuçta ülkede insan pazarı kurulur.

Comte’un ünlü “üç durum yasası”na göre tarih, ayrıntılara ilişkin sonsuz zenginliğine rağmen, zaman içinde düzenli bir harekettir. Uygarlık, teolojik düşünce biçimlerinden oluşan ilk dönemden, felsefi ya da “metafizik” düşünce tarzının hâkim olduğu ikinci döneme ve sonunda bilimin ya da pozitif düşüncenin öne geçtiği üçüncü döneme doğru gelişir. Ayrıca sosyal gelişim, aynı sıra düzenine göre, “askeri” dönemden “feodal” döneme ve sonunda “endüstriyel-bilimsel” döneme doğru ilerler.

Oysa Türkiye’de ne oldu? 1980’deki askeri dönemden sonra, endüstrinin sahtesini, işadamının işini bilen uyanığını, bilim insanlarının büyük bölümünü sahte tez yapanını, akademiyi içten çürütmeyi, sanatçının iktidara yanaşığını, futbolcunun paragözünü… Hepsini ürettik, siyaset makamı ise servet biriktirme süreçlerinde bilfiil ve aktif olarak yer aldı, makam servet biriktirme aracı oldu. Biz de önce metafizik döneme, sonra da teolojik düzene geçtik. Bu sürecin tersine çevrilmesinde sol liberaller kritik işlevler üstlendi ve gerçek solcuların linç edilmesinde, iktidar adına kılıcı ellerine aldılar.
Sol liberallerin asıl işlevi Türkiye’de aydınların dayanışmasını, topluma önderlik etme görevlerini, toplumun aklı olma işlevini yıkmaları, bunu yapmaya çalışan insanları ise düpedüz kamuoyu önünde linç etmek için aktif çalışmalarıdır. Gerçek budur, sol liberallerin asıl meslekleri toplumda akıl-ahlak kirletmesi yaratacak sahte fırtınalar yaratmaktır, kendi söylediklerinin hiçbirine de inanmazlar, söylemleri de dönemin ruhuna göre değişir.