Zülfü Livaneli’nin sondan bir önceki kitabı “Huzursuzluk”u bitirdikten sonra onun sadık bir okuru olarak aklıma ilk olarak şu soru gelmişti:

-Ezidi trajedisinin üzerine çıkabilecek bir başka kitap daha nasıl ve ne zaman yazılabilir ki?

Ben daha o kitabın etkisinden kurtulamamışken Livaneli’den bir kitap daha geldi: Elia ile Yolculuk.

Zülfü Ağabey, -okurlarından daha hızlı idi- Elia Kazan ile olan dostluğunu New York’ta başlayıp Kayseri’de sona eren bir yolculuk içinde olağanüstü bir akıcılıkta, kütüphaneler dolusu bilgiyle harmanlayarak ve bir sonraki sayfada acaba ne var merakıyla soluksuz okuttuğu bir eseri daha sessizce kitapçı raflarına bıraktı.

Kitap temmuz ayının ilk günlerinde kitapçılara ulaştığında ne bir ilan ne de bir söyleşi çıkmıştı gazetelerde. Kitabı “bitmesin” isteğiyle taksitli olarak sadece sabah işe giderken otobüste okuma kararı almıştım ki, akşama kitap bitti!

•••

Elia Kazan Kayserili bir Rum ailenin ABD’ye göç etmiş oğlu… Onun Anadolu’ya ait kökleri kitabın en başından itibaren kendini gösteriyor. Zülfü Livaneli New York’ta onu ziyarete gittiğinde, çalışma odasında Kazan’ı yüksek sesle klarnet kaseti dinlerken uyumuş halde buluyor!

İlerleyen bölümlerde ise daha ilgi çekici bilgiler veriyor:

“Elia’nın ‘Anadolu Gülüşü’ dediği ve halıcı babasından öğrendiği şey buydu işte: Sahte bir gülüş! Amerika Amerika adlı filminin ilk adı da Anadolu Gülüşü idi zaten…”

Kitap Elia ile yapılan yolculuğu anlatıyor anlatmasına ama o kadarla sınırlı değil. Bu yolculuğun içinde Zülfü Livaneli de var, Fatih Sultan Mehmet de, Stalin de…

Livaneli, Elia Kazan’ın 1950’li yıllarını anlatırken hikayenin yolu 1953 Amasya’sından geçiyor:

“Benim de küçük bir çocuk olarak yaşadığım bir Stalin anım vardı. İlkokul birinci sınıftayken bütün öğrencileri sokaklara çıkarmışlar, ‘Stalin Cehenneme!’ diye bağırtarak tören düzeni içinde yürütmüşlerdi! Akşama kadar bağırmaktan sesimiz kısılmıştı. Cehennem hakkında biraz bilgimiz olsa bile Stalin kelimesinin ne anlama geldiğine dair en ufak bir fikrimiz yoktu. Çok sonra anlayacaktım, Stalin’in kim olduğunu ve öldüğünün açıklandığı gün bizi niye öyle yürüttüklerini…”

Peki ya Fatih Sultan Mehmet’in bu yolculuktaki yeri ne o zaman?

Sözü Livaneli’ye bırakmak en iyisi:

“1453’te Kostantinapol’ü Türkler aldığı zaman Roma medeniyeti sona ermedi. Sultan Mehmet, Yeni Roma İmparatoru oldu. Zaten resmi unvanı da Kayser-i Rum idi. Yani Roma Sezar’ı. Çok iyi Yunanca ve Latince biliyordu. Homeros’u okuduktan Truva’ya giderek Aşil’in mezarını ziyaret etmişti. Papa Pius’a Helenlere karşı Truva’nın ve Hektor’un intikamını alacağını yazmıştı. Kendisini yetiştiren üvey annesi Mara Brankokoviç ve karısı da Ortodoks idi. Hiçbir zaman İslam’a dönmemişlerdi.

Savaşırken elde kılıç ile ölen Kostantin Paleolog’un iki yeğeni –ki zamanı gelince Bizans İmparatoru olabilirlerdi- Sultan Mehmet tarafından vezir yapıldılar. Mehmet öldüğünde kendisini Büyük Kostantin Justinianos , Theodora, Zoe ve diğerlerinin yattığı yere gömdürdü. Hristiyan karısını da…”

Elia ile Yolculuk sırasında Livaneli bu bilgileri büyük arkadaşına anlatıyor. O da tam bir Anadolu içtenliğiyle teşekkür ediyor:

-Eee niye anlatıyorsun bunları bana? Ben tarihle ilgilenmem!

•••

Kitapta bunlar gibi daha pek çok özel bilgiler yer alıyor. Kitapları yazıp-çizerek okuyanlardan olsanız bile yolculuk üzerinde sıklıkla mola yerlerine dönmeniz gerekir.

Kitabın sihrini bozmak istemem onun için tadımlık bir alıntı yapmakla yetiniyorum. Okurken aklıma hep şu geldi: Son yıllarda yaygınlık kazanan “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri” adlı faydalı etkinliklerde Livaneli metinlerinden yeterince istifade ediliyor mu, bilmiyorum. Ama bu çalışmalara katılama imkanı olmayanlar fazla üzülmesinler. Zülfü Livaneli kitapları yazarlık hakkında çok fazla deney aktarıcı özelliğe sahip…

Her kitabında farklı bir kurgu ile okurlarının mutluluktan başını döndürüyor. Livaneli yüksek zirvelere sahip sıradağlara benziyor. Her kitap farklı bir zirve oluşturuyor.

Eğer, ulaşılabilir bir benzetme istiyorsanız, o zaman buraya buyurun:

-Zülfü Livaneli Yazarlık Okulu!..