Lizbon’da Avrupa Sosyoloji Derneği Kongresindeyim bir kaç gündür. İlginç araştırmalar üzerine tartışmalar yaşandı. Gündelik hayatta...

Lizbon’da Avrupa Sosyoloji Derneği Kongresindeyim bir kaç gündür. İlginç araştırmalar üzerine tartışmalar yaşandı. Gündelik hayatta bunların karşılığı nedir sorusuna bir yanıt bulmak zor ama ilim irfan da biraz sporcuların antrenman yapması gibi. Yıllarca çok detay bir sürü konuyu araştırıyor, kafa yoruyorsunuz ve sonuçta elli veya yüzyılda bir dişe dokunur bir şeyler ortaya çıkıyor. Tarhan Erdem üstadımız alınmasın ama onların araştırmaları gibi çabuk ve kesin sonuçlar bizim aleme o kadar sık uğramıyor.
Bu uluslararası kongrelerde giderek Türkiye’den daha çok  araştırmacı katılıyor ve Türkiye ile ilgili meseleler daha çok tartışılıyor gibime geliyor. Bu konuda birileri oturup bir istatistik çıkarsa mutlu olurum. Bu iyi bir şey çünkü kendi meselelerimizi daha çok inceleyip anlamaya çalışıyoruz diye düşünüyorum.
Henüz doktorasına yeni başlamış bir kaç arkadaşla tanıştım. Bir on yıl öncesine göre daha şanslı olduklarını düşündüm. Hem çalıştıkları konuları gittikleri ülkelerin ve okulların ve hocaların ilgi alanlarına göre değiştirmeleri gerekmiyor hem de pek çok durumda Türk veya Türkiye üzerine araştırmalar yürütmüş hocalarla çalışma imkanı buluyorlar. Bu Türkiye’nin gelişmesi ile de ilgili bir durum. Geçen hafta Türkiye’deyken de arkadaşlarla sohbetlerde gündeme gelmişti. Pek çok açıdan Türkiye, dünyanın önemli ve önde gelen ülkelerinden biri haline geldi. Geçenlerde hapishane meselesinde yazdığım gibi bu önde gelmelerin hepsi hayra alamet değil ama akademik başarıların ve de ağırlığın arttığını düşünüyorum.
Bunun en net göstergelerinden biri de bu kongre. Yaklaşık 2500 tebliğin 80 kadarı Türkiye üzerine ve bunların yarısından çoğunu Türkiye’den araştırmacılar sunuyor. Yoksulluk  ve kadının durumu, dinsel inançların çeşitli davranışlara etkileri, işsizlikten kurtulma çabalarına dair karşılaştırmalar, Güneydoğuda kalkınma, Kürtler, Aleviler, Almancılar, herşey var. Doğal olarak Avrupa’daki göçmen nüfus nedeniyle en çok da göçmen ve göç çalışmaları var.
Oturum arası sohbetlerde bu alandaki akdemik sıkıntılar dışında pratik sıkıntıları da paylaşıyoruz. Hatta belki de bunların paylaşılması daha önemli. İnsanların sınır geçme deneyimleri, stresleri ve normal şartlarda aklınıza gelmeyecek kaygılar o kadar yaygın ve çokça rastlanıyor ki. Pasaport kontrolü kaygıları örneğin. Elinizde Türkiye Cumhuriyeti pasaportuyla seyahat etmenin dayanılmaz stresi neredeyse evrensel. Yani Hintli de, Arap da, Zambiyalı da bir biçimde aynı stresi yaşıyor. Derecesi farklı olabiliyor tabii ki. Derinizin rengi ya da kıyafetiniz çok net olarak ‘Batı Avrupalı’ olanın dışında kalıyorsa daha bir stresli yaşıyorsunuz.
Ancak asıl işin acıklın tarafı ve sinir bozucu tarafı gittikçe yaygınlaşan bir biçimde, özellikle Avrupa’da bu sınır görevlilerinin yetkilerinin artmış olması. Size abuk sabuk sorular sorabilirler. Örneğin niye cüzdanınızda banka hesap bilgileri taşıyorsunuz gibi sorular duyabilirsiniz. Ya da diyelim ki sevgilinizi ziyarete gidiyorsunuz bir başka memlekete ve gece yarısı indiniz. Sevgilinizi arayıp sizin onu gerçekten sevip sevmediğinizi bile teyit etmeye kalkabilir bir işgüzar sınır görevlisi. Yanıtınızı ya da tavrınızı beğenmeyip gözaltına bile alabilirler. Hele bir de şansınıza polisin ırkçısı düştüyse.
Sınır kaygılarını ve stresini azaltmak için bir önerim var. Bu ‘gelişmiş’ ülkelerin pasaport kontrol görevlilerine Tanzanya pasaportu ya da hatta Türk pasaportu verip 50 ülkeye seyahate göndermeli. Her sınır kontrolünden sonra biraz daha kafalarının açılacağını umuyorum. Hani hizmet içi eğitim kapsamında yapılabilir.
Son olarak Türkiye ve Türkiyeliler üzerine yapılan bu kadar çalışma, araştırma ve değerli bilginin elbet birgün siyaset yapan ve ülkeye yön verenlerin masasına da ulaşır diye umuyorum.
İyi pazarlar ve bol şanslar.