Demokrasisini de monarşisini de dünyaya yetkin bir göz boyamacılıkla pazarlayabilen Birleşik Krallık, ‘kadim’ kraliçesini yitirdi. 70 yıl hükmetmiş 2’nci Elizabeth 96 yaşında sizlere ömür. 8 Eylül’deki ölümü, fırsatçı elitizmin sembolü olan adaşı Liz Truss’ı başbakan atadıktan sonraya denk geldi. "Kraliçe öldü, yaşasın kral" diyen Truss, annesinin yetkinliğinden uzak oğul 3’üncü Charles eşliğinde ‘şimdilik’ ülke yönetecek.

Liberal dünyada Britanya demokrasisi monarşik yüzü eşliğinde hayranlık konusudur. Kendi ülkelerinde devrim yaparak halk iradesini hâkim kılmışlara ‘burun bükenler’, cumhuriyete ihtiyaç duymadan kapitalizmi monarşik görünüm altında fetişleştirmeyi başarmış Birleşik Krallığa özenir. ‘Tebaası için kaygılanan’ monark ‘en demokratik ortamı’ sağlamaktadır. Alt sınıfları sersemleştiren bir tarihsellik, gelenek ve kültür sembolizmiyle iç içe geçmiş bu varoluş, artı-eksiler argümanlaştırmasıyla ‘demokratik sürecin’ parçasıdır.

KOREOGRAFİNİN BAŞARISI

2’nci Elizabeth’in mahareti, 1952’de tacı başına canlı yayında koyulduğundan beri sergilenen müthiş koreografide gizli. 70 senelik hükümdarlığı boyunca sosyal ve siyasi değişimlere ayak uydurma becerisi sergilediğini, törensel rolünü ‘tarafsızlık’ maskesiyle iyi oynadığını ve monarşiyi halka ‘mal ettiğini’ teslim etmeli. Kraliyeti sarsan skandallara rağmen...

İki skandal öne çıkıyor. İlki oğlu Charles’la olan nahoş ilişki biçimini sindirmek zorunda kaldığı ‘halkın prensesi’ Diana ve 1997’de Paris’te trafik kazasında ‘ölümü’. Buckingham Sarayı’ndaki ‘Union Jack’i yarıya indirtmeyi başaran Diana, ‘kadim kraliçeyi’ tavize zorlanmıştı. Sonrasında kraliyetin namını toparlayabilmek için saray çatısında rock konserleri verilmesi ve 2012 Olimpiyat Oyunları’nda stadyuma ‘007 James Bond’la dublörlü paraşütle iniş sahnelemesi gerekmişti. Kimileri son dönemde yaşlı kraliçeyi torunu Prens Harry ve eşi Megan Markle’ın kraliyetin çirkin yüzüne dair ‘renkli’ ifşaatlarının yorduğunu söylüyor. Kanımca woke ajandaya hizmetin ötesine geçmez.

Elizabeth için asıl büyük skandal oğlu Prens Andrew’un hapiste ‘defteri dürülen’ Amerikalı pedofili suçlusu Jeffrey Epstein’la yakın ilişkisi. Kimse doğru düzgün üzerine gitmeye cesaret edemedi. Elizabeth oğlunun unvanlarını elinden almakla yetindi, kraliyet rezil bile olamadı!

‘MONARŞİNİN İLGASINI İSTEME’

Elizabeth’in en büyük ‘siyasi başarısının’ ise cumhuriyetçileri bile monarşiyi kaldırma çağrılarından vazgeçirmek olduğu söylenebilir. Artık yokluğunda, bu daha sıkıntılı bir başlık. Nitekim naaşının resmi cenaze merasimi turunun başladığı İskoçya başkenti Edinburgh’da şimdiden ‘huzursuzluk’ çıkaranlar olmuş. Bir genç kadın, ‘Emperyalizmi s... et. Monarşi ilga edilsin’ pankartı yüzünden St. Giles Katedrali dışında gözaltına alınmış. Oxford bölgesinden de benzer haberler gördüm. Ayyuka çıkan yalancılıkları ve sahtekârlıkları yüzünden lideri olduğu Muhafazakâr Parti’nin zoruyla istifa ettirilmiş Başbakan Boris Johnson’ın (BoJo) yeni polis yasasına göre, gerekçeler ‘toplumsal huzuru bozmak’. ‘Demokrasinin beşiğinde’ ifade özgürlüğünün sınırı zorlanmış. Zaten kraliçeyi sevenler ‘protesto hakkını’ teslim etseler de bu tür davranışları ‘saygısızlık’ addetmişler.

2’nci Elizabeth’in kamusal rolü ve servetine dair tartışmalara rağmen sevildiği aşikâr. Rıza müessesini işleten medya sağ olsun! Anketlere göre, fikir üretme zahmetine girmeyenler hariç tutulduğunda halkın yüzde 29’u monarşiyi kaldırmak istiyormuş. İskoçya’da oran yüzde 43. Monarşiyi bir kurum olarak tartışmaya açmayan bir ortamda bu bile fazla! Düşünsenize pek övülen BBC’nin çalışanları bile yas için siyah kıyafetlere bürünmek zorunda. Maharet kişi kültünü ‘zarafetle’ sunabilmekte. Hele de neoliberalizme büyük katkı yapmış bir kraliçe varsa...

‘Koreografi’, sistemin dişlisi İşçi Partisi’ne ‘tanrı kralı korusun’ dedirtiyor. Bir tek Britanya Komünist Partisi durumu olanca çıplaklığıyla ifade etmiş: “Elizabeth Windsor, yönettiği krallığı daha fakir, giderek artan gelir ve servet eşitsizliği, açık seçik vurgunculuk, vergi kaçaklığı ve Avrupa’daki vekâlet savaşı da dahil tüm hızıyla devam eden emperyalist faaliyetlerle baş başa bırakarak öldü.”

ULUSLAR TOPLULUĞUNUN MONARKI

Elizabeth, Commonwealth’in de (İngiliz uluslar topluluğu) monarkıydı. İrlanda ziyaretinde Gaelce konuşmuşluğu, eski IRA komutanı Martin McGuinness’i ağırlamışlığı var. Tabii 1970’lerde Avustralya’nın seçilmiş Başbakanı Gough Whitlam’a yönelik darbedeki payı pek anılmaz. Yine de Britanya monarşisinin dünyaya zararının saklanması güç. Süveyş’ten Falkland’a, Afganistan’dan Irak’a...

Genellikle hükümetlere mal edilse de kraliçe sömürgeciliğin konjonktüre göre aktif katılımcısıydı. Pek çok eski Afrika sömürgesi saltanatından genç. Bağımsızlık hareketlerini durdurmaya, yeni bağımsız olanları Commonwealth’te tutmaya çalışmıştır. Britanya ordusu 1950’lerde Kenya’da toplama kampları kuruyordu, sonraları işleri çokuluslu şirketler devraldı. Yine Elizabeth, Zimbabwe lideri Mugabe’nin beyazlar aleyhine toprak reformunu hoş karşılamamış, 1990’larda bahşettiği ‘şövalyeliğini’ geri almıştı. Güney Afrika’da gidişatı ‘demir lady’si Thatcher’dan iyi gördüğü ve Apartheid rejimi yerine Mandela’yı ‘seçtiğini’ belirtmeli. Fakat koreografiyle aptallaştırılamayanlar bugünlerde Elizabeth’i değil eski sömürgelerin bağımsızlık savaşçılarını yad ediyor.

YALTAKLANMAYI ONURSUZLUK SAYMAK

3’üncü Charles bir fırsat. Diana’yı unutturmuş değil, sevilmiyor. Homeopatici, evcil hayvan dostu, Davos toplantılarına özel jetiyle giden çevreci ve Dünya Ekonomi Forumu’nun ‘büyük sıfırlamacılarından’. Suudi Krallığı’nın ‘El Kaideci ailesinden’ para kabul etme onursuzluğunu yaşamış bir kral. ‘Grevci düşmanı, mali sermayeci ve göçmen sepetlemecisi’ Tory başbakanı öteki Liz’i alıp tebaayı selamlama turuna çıkacakmış. Annesinin siyasi gölgesi bile olamayacak yeni kral işe Muhafazakâr Partililerin bir kısmının seçtiği liderin siyasi fırsatçılığına meze olarak başlıyor.