Cumartesi gecesi Londra yeni bir ‘İslamcı’ saldırıya şahit oldu. Polis saldırıları ‘terör saldırısı’ olarak takip ettiğini açıkladı. Ancak olayın tanıklarının ifadeleri yine bir ‘mutluluktan nefret’ vakası olduğunu gösteriyor.

Cumartesi gecesi 3 saldırgan önce Londra Köprüsü üzerinde vanlarını yayaların üzerine sürdüler. Köprüyü geçtikten sonra da Borough Market girişinde araçtan inen saldırganlar kafe ve barlardaki insanlara bıçaklarla saldırdılar. İslamcı saldırganlar toplam 7 kişiyi öldürüp 48 kişiyi yaralarken, polis de 3 saldırganı vurdu. Pazar günü de en az 12 kişi olayla ilgili olarak göz altına alındı.

Tanıklara göre, Thames nehrinin güney kıyısında pek çok cafe ve bar bulunan Borough Market’ta sokakta insanlara bıçaklarla saldıran saldırganlar ‘bu, Allah için’ diye bağırıyordu.

‘Gerçek İslam bu değil’ muhakkak ve Müslümanlar Ramazan’ı böyle kutlamıyorlar. Nitekim, Britanya Müslümanlar Konseyi olayı kınayan bir basın açıklaması yayımladı.

Ancak ortada bir örüntü olduğu kesin. 22 Mart’ta Parlamento’ya ve Westminster köprüsü üzerindeki saldırı buna çok benziyordu. Manchester’daki saldırı da benziyor. Benzerlik arabayı yayaların üzerine sürüp sonra da inip insanları bıçaklamak değil. Her üç saldırı da normal işinde gücünde insanları, eğlenen ve kendince mutlu olan insanları hedef alıyor.

Bir takım çember sakallı adamlar ‘Allah için’ normal insanlara saldırıyorlar. Kendilerince ‘cihad’ içindeler.

Bu mutsuz sapıklar nerede ve nasıl yetişiyorlar? 3 milyon Britanyalı Müslüman’ın bunlarla hemfikir olmadığı kesin. Dolayısıyla hükümetin ağır aksak yürüttüğü ‘engelle’ kampanyasıyla diğer Müslümanların bunları ihbar etmesi veya ıslah etmesi ile sorunu çözmek mümkün değil.

Bu tür saldırganların aynı dini ve kültürel kimliğe sahip olmaları işi kolaylaştırmıyor. Oslo’daki Breivik vakasında olduğu gibi dinsel motiflerle gerçekleşen bu tür saldırılar o gruba ait herkesi töhmet altında bırakabiliyor. Ancak Breivik’ten sonra Hristiyanlara düşmanlık tavrının yaygınlaşmaması büyük oranda azınlık çoğunluk olmakla ilgili. Hristiyan kökten dinci bir mutsuzun Ateistleri ve çokkültürcü laikleri hedef alması ile Müslüman kökten dinci bir mutsuzun eğlenen gayri-Müslimleri hedef alması kategorik olarak aynı. Tek fark, ikincisinin bir azınlık grubu mensubu tarafından gerçekleştirilmesi ve çoğunluk olanı hedef alması.

Bunun ilk etkisi, pek çok önceki örnekte gördüğümüz üzere, Müslüman kökenli göçmen ve azınlıkların daha fazla hedef gösterilmesi ve sıkıntı çekmesi olacak. Popüler sağ gazetelerin sayfalarına baktığınızda saldırı haberlerinin altında bunlara karşı ‘silahlanmaktan’ ‘topluca sınır dışı etmeye’ kadar pek çok sladırgan görüşün ne kadar yaygın olduğunu görebilirsiniz.

Bu tür saldırılardan hemen sonra nefret suçlarında artış olduğunu da kesin olarak biliyoruz. Müslüman ‘görünümlü’ herkesin bundan sonra daha çok nefret suçuna hedef olacağından emin olabiliriz. Bu tür saldırganlar yaptıkları iğrenç saldırıların inanç ortağı oldukları insanlara ağır ve uzun soluklu zarar verdiklerinin farkındalar mı bilemiyorum. Eminim bu cihat sapıkları bunun için de bir kılıf bulmuşlardır.

Bu saldırıların Londra’da ve İngiltere’de dinsel gruplara yaklaşıma dair derin tartışmalar açacağı kesin. Ancak sağlıklı politikalar geliştirebilmek için bazı zor soruların sorulması ve yanıtlanması gerekecek. Bunların başında da devletin seküler niteliği ile cemaat bazlı siyasi tavrın uyumsuzluğu gelmek zorunda. Bir seri cinayeti daha ‘Müslümanlar kendi arasında halletsin’ diyerek geçiştiremeyiz.

Bu saldırılar göründüğünden çok daha karmaşık ve tarihsel boyutu da olan bir dizi nedene dayanıyor. Bunun içinde inanç okulları politikası da, askeri araçlarla Ortadoğuya ‘demokrasi ihraç eden’ dış politika da, silah ticareti ve bilumum diktatörle yapılan anlaşmalar da var.

İyi haftalar ve bol şanslar.