Geçen hafta, Utah’ta Mormon tarikatinin himayesinde yeşerip büyüyen gerici sinema akımı ‘LDS Cinema’dan, diğer adıyla Mollywood sinemasından söz...

Geçen hafta, Utah’ta Mormon tarikatinin himayesinde yeşerip büyüyen gerici sinema akımı ‘LDS Cinema’dan, diğer adıyla Mollywood sinemasından söz etmiştim. Mollywood sinemasının ‘ABD’nin küresel hakları’ üzerine oturttuğu ideolojik öykü üretim hattı –“Brezilya’da bir misyonda görev de yaparım, Kuzey Kore hapishanelerinden Japon esir kaçırma operasyonu da düzenlerim, Afganistan’da Usame ve adamlarını da avlarım arkadaş! Ben Amerikalıyım!”- Hollywood sinemasının da konsantre bir görünümünü sunuyordu.

Yapımcı ve yönetmenleri büyük olasılıkla farkında değildir ama, bu söylem tarzı hem Mollywood’u hem de Hollywood’u bir yandan da ‘istismar sineması’nın (exploitation film) alanına sokuyor. Sinema sanatıyla en fazla ‘kitsch’ düzeyinde –o da belki ve ancak bir kaç filmle!- ilişkisi kurulabilecek bu türü oluşturan ‘siyah istismarı’ (blaxploitation), ‘cinsellik istismarı’ (sexploitation), 2. Savaş ve Yahudi Soykırımı’nın istismarı (Naziploitation) gibi bir çok başlık var. Tabii dev bütçeli Hollywood yapımlarıyla düşük bütçeli istismar filmlerini karşılaştırmak özellikle senaryo yazımı, yönetim grubu ve oyuncu kadrolarındaki kalite farkı açısından pek doğru görünmeyebilir. Ama hikaye yapılarına ve karakter gelişimlerine baktığınızda, örneğin Morgan Freeman, Denzel Washington ya da Whoopi Goldberg gibi ünlü siyahi oyuncuların yer aldığı bir çok filmin aslında büyük bütçeli ve ustaca kotarılmış blaxploitation ürünleri ya da bir çok Amerikan komedisinin aslında sinema tarihinin kuytu köşelerine gömülmüş sexploitation filmlerinin yeni ve pahalı versiyonları olduğunu görebilirsiniz. Mormon tarikatinin propagandası için yılda ortalama üç film üreten John Lyde’ın yönettiği Osombie (ZombinLadin) gibi Mollywood filmleriyse, eğitim ve gelir düzeyi düşük ABD yurttaşlarının sığ ideolojik görüşlerini açıkça istismar etmek amacıyla yapılıyor zaten...

Tabii bu istismarcı zihniyet sadece ABD’ye özgü değil -Neo-Osmanlıcılık üzerinden şekillendirilmeye çalışılan son yılların Türkiyesinde de bol örneğini bulabileceğimiz bir akımla karşı karşıyayız: Kurtlar Vadisi Irak, buna özenen ikinci sınıf komedi aksiyon filmi Maskeli Beşler: Irak veya bir kaç ‘vatan evladı’nın Filistin’i kurtardığı Kurtlar Vadisi Filistin’de izlediklerimiz de eğitim ve gelir düzeyi düşük milliyetçi-muhafazakar kesimin ideolojik yönden sömürülmesine yönelik istismar hikayeleriydi. Ben bu ‘duyarlı’ arkadaşlardan şimdi bir de Kurtlar Vadisi Suriye bekliyorum...- fakat Hollywood’uyla, Mollywood’uyla, Deniz Piyadeleri’yle ABD çok uzun bir süredir ‘küresel istismar’ın merkezi olduğu için, neylersiniz ki daha çok göze batıyor.

Mormonlar, Mollywood, LDS Sineması/LSD kafası derken, işin reel politik yanında da türlü komiklikler dönüyor: Başkanlık seçiminde Obama’nın tarafını tutan bazı yayın organları –örneğin Vanity Fair- bu ‘Nobel Barış ödüllü Demokrat’ın rakibi Cumhuriyetçi Mitt Romney’i Mormon oluşu üzerinden eleştirmeye kalkışıyor. Lakin bunu yaparken Obama ve ekibinin ‘Mormonlaşma’ sürecini farketmiyorlar. Son derece gerçekçi bir istismar öyküsünün gönüllü oyuncularını mı görmek istiyorsunuz, Pakistan’da Usame Bin Ladin’in kaldığı eve yapılan baskını meraklı gözlerle izleyen ABD devlet büyüklerinin o ünlü fotoğrafına bakın!

Bu arada, Kathryn Bigelow’un yakında gösterime girecek filmi Zero Dark Thirty de Osombie’ye selam duran bir Mollywood anlatısı, büyük bütçeli bir istismar filmi gibi görünüyor. İnternette dolaşan fragmanlar filmi yeterince doğru yansıtıyorsa, Bin Ladin’in öldürülüşüne kadar olan sürecin cazip bir sinematografiyle anlatıldığı ve baskının epey övüldüğü bir filmle karşılaşacağız demektir... Ve eğer durum gerçekten böyleyse, hem Sırrı Süreyya Önder’e hem de Cüneyt Cebenoyan’a özür borçluyum demektir. Biri yakın dostum ve sayfa arkadaşım, diğeri mecliste beni temsil etsin diye oyumu verdiğim vekilim olan bu iki değerli insana Bigelow yüzünden çatmıştım (Bkz. ‘Acı Dolabı’na çarpanlar, BirGün, 23 Mart 2010) Bakalım Bigelow o yazıda iddia ettiğim gibi gerçek bir ‘ihlal sinemacısı’ mı yoksa kaliteli ama sonuçta LSD kafalı bir istismarcı mı, film perdeye düştüğünde göreceğiz...