Lübnanlı aktivist ve entelektüeller, ülkenin içinden geçtiği sürecin “ekonomik kriz” olarak adlandırılmasına karşı çıkıyor. “Kolektif cinayet” tabirini uygun buluyorlar. Cinayetin bir numaralı faili ülkenin siyasi partileri. Dünya Bankası’na göre Lübnan’daki ekonomik kriz ağır savaş koşullarında yaşanabilecek türden. 1975-1990’daki İç Savaş’ta bile Lübnan böyle yıkıcı tabloyla karşılaşmamıştı. O dönemi yaşayanların uzlaştıkları bir tespit bu.

Lübnan çökerken...

Ümit Fırat Açıkgöz*

Doğu Akdeniz’in yaz sıcağında günde 23 saate varan elektrik kesintileri. Mazot bulunamadığından saatlerce çalışamayan jeneratörler. Mazot stokları eriyen, bir felaketin eşiğinde olduklarını ilan eden hastaneler. Benzin istasyonlarında sıra bekleyen yüzlerce araç. İçlerindeki, saatler sonra sıra kendilerine geldiğinde sadece birkaç litre benzin alabilecek sinirli, umutsuz, bezgin insanlar. İlaç alamayan, rafları gittikçe boşalan eczaneler. Bir ay içinde durması beklenen evlere su tedariki. Yüzde kırka varan işsizlik. 2019 sonbaharından beri değerini yüzde 95 oranında yitirerek bir dolar karşısında 1.500’den 23.000’lere gerileyen Lübnan lirası. Bu süre zarfında yüzde 700leri bulan enflasyon. Yine bu süre zarfında hesaplarındaki dövizi çekmeleri yasaklanan, Lübnan liralarını sınırlı miktarda çekmelerine izin verilen insanlar. Sahiplerinin sokağa bırakmak zorunda kaldığı evcil hayvanlar. Hayvanat bahçelerindeki aslanların bakımsızlıktan irice birer kediye benzedikleri bir ülke…

Tüm bunlar, Dünya Bankası’nın 1850’lerden bugüne en ağır üç ekonomik krizden birini yaşadığını ilan ettiği Lübnan’dan manzaralar. Sadece en acil, en hayati meseleler. Dahası var. Maliyeti sonradan ortaya çıkacak, belki de hiçbir zaman tam olarak anlaşılamayacak, geri dönüşü çok zor meseleler. Ülkeyi terk eden on binlerce iyi eğitimli insan veya türlü çeşitli çevresel felaket örneğin.

Krizin patladığı 2019 Ekim’inde, 2020’lerin Lübnan için “kayıp on yıl” olacağını öngören iktisatçılar artık “kayıp kuşak” nitelemesini daha gerçekçi buluyor.
Dünya Bankası’na göre Lübnan’daki ekonomik kriz ağır savaş koşullarında yaşanabilecek türden. Gelgelelim, 1975-1990 arasındaki İç Savaş sırasında bile Lübnan bu denli yıkıcı bir tabloyla karşı karşıya kalmamıştı. O dönemi yaşayanların üzerinde uzlaştıkları bir tespit bu. Hem, muhtemelen ilk anda düşündüğünüzün aksine, ne şimdinin sıkıntılarının geçmişin zor zamanlarını büyülü birer haleyle kaplamasından kaynaklanıyor ne de o kanlı on beş yıldan sağ çıkmanın bilinciyle mevcut çöküşün kimi nereye sürükleyeceğinin bilinmemesinin endişesi arasında mukayese melekelerinin körelmesinden. Zira ekonomik veriler ve dönemin tarihi bu tespiti doğruluyor. İç savaş, Lübnan’ı bırakın Beyrut’un bile tümünü aynı anda etkisi altına almadığı, çatışmalar belli bölge ve ceplerde yoğunlaştığı gibi ülke ekonomisi her daim dönmüş, piyasada para bulunmuş, altyapı hizmetleri bu denli çökme noktasına gelmemişti.

Gittikçe artan sayıda Lübnanlı aktivist ve entelektüel, ülkenin içinden geçtiği sürecin “ekonomik kriz” olarak adlandırılmasına karşı çıkıyor. “Kolektif cinayet” tabirini daha uygun buluyorlar. Cinayetin bir numaralı faili ülkenin siyasi partileri. Semirttikleri iş insanları. Kimini devlet kurumlarında işe yerleştirerek kimini ise devletle olan işlerine taş koymakla tehdit ederek oylarını aldıkları, köy köy, hane hane hepsini tanıdıkları seçmen tabanları. Bildiğiniz mafya örgütlenmesi. “Her devlet bir bakıma mafyadır” diyerek konuyu kapatmak entelektüel tembellik olur. Zira mafyalaşan devlet veya devletleşen mafya değil söz konusu olan. Otoriter, totaliter veya demokratik devletlerde mafyalaşmaya dair kalıplarla anlaşılamayacak bir ülke burası. Tek bir aile veya grubun değil onlarcasının hiç değilse iki kuşaktır sonu gelmez rant kavgasıyla şekillenen bir mafya sahnesi. Siyasi partiler kılığındaki Lübnan mafyası dış bağlantılarıyla belki küresel bir yozluğun tezahürü ama içeride işleyişi itibariyle son derece “yerli ve milli.”

MEZHEPÇİ SİYASET MAFYA DÜZENİ

Bu mafya düzeninin bir numaralı sorumlusu ise mezhepçi siyasi sistem. Yarısı Hıristiyanlara yarısı Müslümanlara ayrılmış, dahası toplam on sekiz mezhebin temsilini gözetme iddiasıyla doldurulan parlamento sandalyeleri. Belli mezheplere ayrılmış belli siyasi ve bürokratik pozisyonlar. Liyakatin önüne önce mezhebi sonra siyasi bağlılığı koyan bir sistem. Seçimlerin başlı başına demokrasi göstergesi olamayacağı hepimizin malumu ancak tek adam rejiminin olmadığı ve karmaşık koalisyonları zorunlu kılan bir anayasal düzen var Lübnan’da. Ama demokratik değil. Bir din veya mezhebin tahakkümünde olmasa da laik hiç değil! Mafya düzeninin dışında kalan Lübnanlıların gözünde kurtuluşun tek yolu mezhepsel yapıyı alaşağı ederek laik bir düzen kurmak. Ülkenin ve bölgenin en köklü eğitim kurumlarından Beyrut Amerikan Üniversitesi’ndeki ilerici öğrencileri çatısı altında toplayan ve ülkedeki diğer üniversiteleri de içerecek bir ağ kurarak son derece etkili bir muhalefet yapmayı başaran kulübün kısacık adı bunun en net göstergesi: Seküler Kulüp.

Mezhepçi sistem ise Osmanlı modernleşmesinin krizlerinden Fransız Mandası (1920-1943) mirasına, Lübnan İç Savaşı’na upuzun bir tarihin ürünü. Aktarmaya çalışırken tarihçi gevezeliğime gem vurup kısa kesmeyi beceremeyeceğim denli, en az mezhepçi sistemin kendisi kadar karmaşık bir tarih. Lübnan çökmekteyken daha evvel BirGün’de yayımlanan yazılarımda kısaca değindiğim bu sistemin detaylarına tekrar giresim gelmiyor. Meraklısı o yazılardan veya basit bir arama sonucu ulaşacağı başkalarından mezhepçi sistemin cenderesi hakkında bir fikir sahibi olabilir. Tarihsel arka planını merak edenler için ise Toplumsal Tarih’in 2019 Aralık sayısında biraz daha detaylı bir yazı yazmıştım.

Tüm bunların yanında “siyasi partiler” ile ilişkileri üzerinden Lübnan’ı on yıllardır kimi zaman ekonomik kimi zaman diplomatik kimi zamansa doğrudan askeri vekil savaşlarının arenasına çevirmeye alışmış bir dizi bölgesel ve küresel aktör var. Suudi Arabistan, Iran, ABD, Fransa, son yıllarda kendi derdine düşmüş olmasına rağmen Suriye ve diğerleri. “Siyasi partileri” kullanan, aslında daha da fazla onlar tarafından kullanılan aktörler. Şu aralar her biri pek dokunaklı destek ve empati mesajları gönderiyorlar Lübnan halkına. Bu mesajların sonuna, mevcut tablonun sorumlusunun rakip aktör veya kamplar ile onların Lübnan içindeki temsilcileri olduğunu iliştirmeyi unutmuyorlar. Bir taraftan Lübnanlı siyasilere uzlaşma çağrısı yaparken diğer taraftan uzlaşma zeminini kâh yaptırımlarla kâh ayrıntılarını en azından şimdi bilemeyeceğimiz başka yollarla dinamitliyorlar. Göstere göstere uçuruma yuvarlanmakta olan ülkede neredeyse bir senedir hükümet kurulamamasının, Lübnan siyasi elitinin şu koşullarda bile bitmek bilmeyen güç paylaşım kavgalarının yanında, tek açıklaması bu.

Esasen Lübnan’ı çöküşe götüren siyasi elitin ülkeyi düzlüğe çıkarmasını ummak safdillik değilse çaresizlik. Daha hükümet bile kuramazken milyarlarca dolarlık uluslararası kredinin önkoşulu olan reformları nasıl yapacaklar? Saad Hariri’nin dokuz ay sonra hükümeti kurma görevini iade etmesiyle uluslararası kamuoyu Lübnan’ı yeniden hatırladı. Hariri sözüm ona 2019 ayaklanmasında protestocuların talebi olan, Fransız inisiyatifi olarak da bilinen diplomatik girişimin de önkoşulu olan bağımsız teknokratlar hükümetini kuracak ve ülkeyi kurtaracaktı… Ülkeyi bu hale getirenler listesinde en başlarda yer alan bir adamın liderliğinde, bir kısmını kendisinin bir kısmını Hizbullah ve Emel’in bir kısmını ise Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın seçeceği teknokratlardan müteşekkil olması öngörülen bir “bağımsız” hükümetten bahsediyoruz. Kendisinden önce hükümeti kurma görevini alan ve bağımsız bir hükümet kurmaya daha uygun bir aday olan diplomat Mustafa Edip, Hizbullah ve Emel’in mezhep kartını apaçık oynayıp maliye bakanının kendilerinin atayacağı bir Şii olmasında diretince dört hafta içinde görevi iade etmişti. Önceleri sertçe eleştirdiği bu önkoşulu sonradan içi kan ağlayarak(!), Lübnan’ı kurtarmak için (!) kabul eden Hariri ise tam dokuz ay iade etmedi! Dün Lübnan’da parlamentosu yeni bir başbakan adayını hükümet kurmakla görevlendirdi. Kim mi? Bir başka eski başbakan, Necip Mikati…

MACRON'U PARMAKLARINDA OYNATIRLAR

4 Ağustos 2020’de tüm dünyada şok etkisi yaratan liman patlamasının hemen ertesinde Beyrut’u ziyaret eden Macron’un Lübnan’ı krizden kurtarma inisiyatifinin geldiği nokta bu. Macron kısa süre sonra, Fransa’nın Lübnan’ı sömürgesi yapmasının yüzüncü yılına denk gelen 1 Eylül 2020’de tekrar Beyrut’a uçmuş, bu utanılası tarihten ülkesine itibar devşirme düşkünlüğünü göstermişti. Karşısına dizdiği siyasi parti temsilcilerine direktifler ve aralarında anlaşıp “bağımsız” bir hükümet kurmaları için daha sonra defalarca ötelemek zorunda kalacağı son tarihler vermişti. O gün hala canlı olan toplumsal tepkiden çekinen partilerden istediği taahhütleri alan Macron’u Paris uçağında bir dünya lideri olduğu düşüncesiyle yudumladığı Malbec’ini foie gras ile eşleştirirken hayal etmek zor değil. Gelgelelim burası Lübnan. Birkaç yüz bin oya sahip bu partilerin liderleri ne Macronlar, Sarkozyler, Chiraclar gördü. Aralarında beş Fransa cumhurbaşkanı, sekiz Amerikan başkanı, iki Ayetullah, bir şah eskitmiş olan var. Burada kimseye öyle ucuz kahramanlık yaptırmazlar. Aklı sıra Lübnan krizini çözerek Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmayı uman, kendisine birkaç boy büyük gelen makamını doldurmak için sesini yükselttikçe daha da acınası bir görüntü arz eden Macron gibi birini ise parmaklarında oynatırlar. 1920’lerden bu yana dünyanın ne kadar değiştiğini ve ülkesinin çapının ne kadar küçüldüğünü böyle utanç verici bir diplomatik fiyaskonun kahramanı yaparak öğretirler.

Tüm bu kavga gürültü arasında Lübnan, geri döndürülmesi zor bir çöküş sarmalına çoktan girdi. Yaşanan elektrik, benzin ve ilaç krizinin ilk elden sebebi merkez bankasının bu hayati kalemleri sübvanse etmeyi durdurmak zorunda kalması. Bugünkü çöküşün iki sene önce başlamamış olması bankanın rezervlerinden milyarlarca doları bu sübvansiyona harcamasıydı. Merkez bankasında öyle 128 milyar dolar filan olmayan küçük bir ülkeden bahsediyoruz. 2018’deki 40 milyar dolarlık rezerv, bu yılın mart ayı itibariyle 15 milyar dolara düşmüştü bile. Merkez bankasının sübvansiyona harcadığı paranın, iki senedir hesaplarına erişemeyen Lübnanlıların birikimleri olduğunu söylemeye gerek var mı? Ya kriz patlamadan hemen önce siyasi ve ekonomik elitin milyarlarca doları yurt dışına kaçırdığını?

PANDEMİNİN ÇÖKÜŞE ETKİSİ

Bugün Lübnan’da beş kişilik bir ailenin, sadece temel gıda ihtiyaçlarını karşılamak için beş asgari ücrete ihtiyacı var. Devlet memurlarının maaşları işe gidip gelmek için gerekli yol parasını anca karşılıyor. Orduda görevli askerlerin maaşı günlük iki dolara düştü. Ordunun dağılmasının yaratacağı kaos sadece Lübnanlıları değil bölge ülkeleri ile en büyük kaygısı yeni bir göç dalgası olan Avrupa ülkelerini dehşete düşürüyor. Geçtiğimiz günlerde Lübnan’ı ziyaret eden Katar Dışişleri Bakanı’nın verdiği Lübnan Silahlı Kuvvetleri mensuplarına aylık yetmiş ton gıda yardımı sözü bunun bir göstergesi.

Pandeminin Lübnan’ın çöküşünü nasıl içinden çıkılması daha da zor bir hale getirdiğini hatırlatmaya gerek olmasa da iki noktayı belirtmeden geçmeyelim. Birincisi, nüfusunun iki katı kadarı yurtdışında yaşayan Lübnan’ın en önemli gelir kalemlerinden biri olagelen, diasporanın yurtdışından Lübnan’a gönderdiği veya ülkelerinde geçirdikleri tatillerde harcadıkları, yıllık toplamı on milyar dolar civarındaki para. Küresel ekonomik daralma ve seyahat yasaklarıyla beraber Lübnan bankalarının uyguladığı sermaye kontrolü, bu paranın ülkeye girişini büyük ölçüde azalttı. Pandeminin ikinci önemli sonucu ise 2019 sonbaharında başlayan ayaklanmanın, muhtemelen Lübnanlı siyasetçilerin hoşnutlukla karşıladığı kısıtlamalar sebebiyle sokaklardan çekilmek zorunda kalarak zamanla ivmesini yitirmesi.

Ayaklanmanın kendisi kadar yarattığı görülmemiş iyimserlik ve değişim inancını da söndüren bir başka önemli olay ise 4 Ağustos 2020 Patlaması. Tarihin en büyük nükleer olmayan patlamalarından biri olan bu olay bir başka ihmal, liyakatsizlik, basiretsizlik ve kolektif cinayet örneği. İki yüzden fazla ölü, binlerce yaralı, kullanılmaz hale gelen 14.000 ev, evsiz kalan 300.000 kişi ve tahminen 15 milyar dolar maliyet… Yaraları hala çok taze. Kentin en gözde yerleri terk edilmiş bina ve dükkanlarla dolu. Yarattığı umutsuzluk ve sinizmle 2019 ayaklanmasının en gedikli protestocularını bile sokaktan çeken, tüm sorunlarına rağmen Lübnan’ı terk etmeyi düşünmeyen insanlara yurt dışında iş aratan, böyle bir imkânı olmayanları tarifi güç bir karamsarlığa sürükleyen, yıldönümü önümüzdeki haftaya denk gelecek bir katliam…

Kalanlar en ufak bir olumlu gelişmeye dört elle sarılıyor. Geçtiğimiz günlerde ilerici ve laik grupların Mimar ve Mühendisler Odası yönetimini, siyasi partilere yakın adayları ezici bir üstünlükle yenerek ele geçirmeleri son haftaların tek umut verici gelişmesi. İlerici grupların seçimlerde kaybettikleri tek alt birimin kamuda çalışan mühendis ve mimarları temsil etmesi ise bu yazının bir özeti gibi…

lubnan-cokerken-903017-1.


LÜBNAN İÇİN UMUT YOK MU?

Peki hiç mi umut yok? Bir fotoğrafa beraberce bakarken buna siz karar verin. 4 Ağustos 2020 Patlaması’nın simgesi tahıl silosunun bir fotoğrafı bu. Hemen yanı başında gerçekleşen patlamanın müthiş basıncına rağmen tamamen yıkılmayan 1960’ların bu güçlendirilmiş beton yapısı, Beyrut’un batısını çok daha büyük bir yıkımdan kurtarmıştı. İçindeki tonlarca tahıl ise denize ve kente yayılmıştı. Fotoğraf mayıs ayından. Patlamanın savurduğu buğdayların kimisi kendilerine serpilecek toprak bulmuş. Cılız gövdelerinden türeyen başaklar olgunlaşmak üzere. İlk gördüğümde beni dakikalarca ekrana kilitleyen, sonrasında günlerce aklımdan çıkmayan bu fotoğrafı Lübnanlı iki dostuma gösteriyorum. İlki irkiliyor. Fotoğraf ona bu yazıda tarif etmeye çalıştığım çöküşün bir heyulası gibi görünüyor. İkincisinin ise yüzünde bir gülümseme beliriyor. “Hayat” diyor, “en zor koşullarda bile fışkıracak bir mecra buluyor…” Siz ne dersiniz? Lübnan için umut var mı?

*Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi