Lübnan için görünürde bir son yok

Derek DavIson

Lübnan, geçen haftaki amonyum nitrat patlamasının sadece sonuncusu olduğu bitmeyen bir dizi felakete maruz kaldı. Ancak Lübnanlılar ne kendi yozlaşmış elitlerinin ne de Emmanuel Macron gibi Avrupalı ​​neoliberallerin tüm bunları bitireceğine güvenmiyor.

2014 yılından itibaren, Beyrut limanındaki bir depoda depolanan 2 bin 750 ton amonyum nitratın patlaması, Lübnan’ın tahıl depolama tesisi de dâhil olmak üzere limanı tahrip etti. Patlamanın gerçekleştiği alan, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un büyük bir bölgesini kapsıyor.

Şimdiye kadar 150'den fazla kişinin öldüğü ve binlerce kişinin yaralandığı doğrulandı. Yüzbinlerce kişi evsiz kaldı ve hasarın onarılması için maliyetin ilk tahminleri 15 milyar dolara kadar çıktı.

İç içe geçmiş Siyasi ve Ekonomik Başarısızlıklar

Lübnan zengin bir ülke değil ama fakir de değil. Doğu Akdeniz’de açık deniz gaz yataklarının varlığına işaret eden son keşifler, ülkeye yerel bir enerji endüstrisi olasılığı sunuyor, ancak varlığının büyük bir kısmında Lübnan ekonomisinin gücü, “sorgusuz sualsiz” finans sektörüne dayanıyor. Yirminci yüzyılın ortalarında, petrol Ortadoğu’da patlama ekonomileri yaratırken aniden zengin Arap aristokratları paralarını, kendi ülkeleri dışında saklayacak bir yere ihtiyaç duydu. Lübnan, arap aristokratların bankası durumuna geldi ve bu durumdan oldukça memnunlardı.

Ne yazık ki, geçen yıl fazlasıyla netleştiği gibi, bu hareketli finans sektörü bataklık temeli üzerine inşa edildi. Kısacası, Lübnan’ın mali elitleri kendilerini yabancı mevduatlar ile zenginleştirdiler, şaşırtıcı bir eşitsizlik seviyesi yarattılar ve hükümeti ise bu kaynaklardan mahrum bıraktılar. Bu, küçük Lübnanlı mevduat sahiplerinin kendi paralarına erişimini sınırlarken, bu yılın başlarında bir ihbarcı, bankaların kendilerinin yurtdışına 6 milyar dolar civarında para transfer etmeye devam ettiklerini iddia etti.

Hükümet, sadece gıda ithalatı gibi temel ihtiyaçları karşılamak için yüksek faiz oranlarıyla ağır borçlanmaya zorlandı. Bu güvencesiz durum, ancak hükümetten merkez bankasına, ticari bankalardan mevduat sahiplerine kadar yüksek faizli borçlanmanın saadet zincirine benzer bir plan ile sağlanabilirdi. Son yıllarda olduğu gibi bu planın temelindeki yabancı mevduatlar kurumaya başlayınca ekonomi de çöktü.

Değişen ekonomi, geçtiğimiz sonbaharda toptan siyasi değişim talep etmek için binlerce kişiyi protesto etmek için sokaklara çıkardı. Bu protestolar bize Lübnan’ın ekonomik başarısızlıklarının, siyasi başarısızlıklarından ayrı tutulamayacağını gösterdi.

Lübnan, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2019 Yolsuzluk Algılama Endeksi’ndeki raporuna göre, 180 ülke arasında 137. sırada yer aldı.

I. Dünya Savaşı’nın sonunda eski Osmanlı Devleti Suriye’sinin kontrolünü ele geçirdiğinde, Fransız hükümetinin iki amacı vardı: Mısır’daki Britanya himayesine rakip olmak için Doğu Akdeniz’de bir kolonyal varlık inşa etmek ve ağırlıklı olarak Hıristiyan nüfusa sahip bir Lübnan devleti kurmak. Ve böylece, büyük ölçüde Marunî Hıristiyan ve Dürzi Dağı Lübnan bölgesini merkez alan, ancak etrafındaki daha ağır Sünni ve Şii bölgelerin dâhil edilmesiyle güçlenen bir Fransız mandası olan Büyük Lübnan doğdu.

Fransız yetkililer, bu parçalanmış devleti tam teşekküllü bir ulusa birleştirme çabasıyla yasama koltuklarının ve hükümet dairelerinin günah çıkarma temeline göre bölündüğü bir siyasi sistem inşa ettiler.

Bu Zai’m* Sistemi’nin en güçlüleri, silahlı askeri güçleri kendi ağlarına dâhil etti ve aralarındaki rekabetin yanı sıra, Lübnan’ın Hıristiyan nüfusunun artan Müslüman nüfusu karşısında yarattığı gerilim, sonunda iç savaş patlak verdi. Bu savaşın sonu, parlamento koltukları ve yürütme ofisleri için kotaları Fransız mandası günlerinden bu yana demografik değişiklikleri hesaba katacak şekilde ayarlayan 1989 Taif Anlaşması ile sağlandı.

Lübnan’da en son yaşanan patlama ile Zai’m Sistemi arasında doğrudan bir bağlantı olduğu çok açık bir şekilde görülüyor. Washington’daki Arab Center’dan Joe Macaron’un belirttiği gibi, liman, Beyrut Liman İdaresi ve Lübnan Gümrük İdaresi tarafından ortaklaşa yönetiliyor. Her biri ayrı bir Za’im ağı tarafından kontrol ediliyor: Gümrükler, eski Başbakan Saad al-Hariri’ye bağlı bir ağ tarafından, Liman İdaresi ise Lübnan Başkanı Michel Aoun’a bağlı bir ağ tarafından yönetiliyor. Bunların hiçbiri hükümete veya Lübnan halkına bağlı değil, hepsi sadece patronlarına karşı sorumlu kişiler.

Lübnan’da geçtiğimiz sonbaharda başlayan protestolar ve patlamanın ardından tekrardan ortaya çıkan öfke, sonu olmayan bir durum olduğunu açıkça gösteriyor. Zai’m sistemini ortadan kaldırmak ve yozlaşmış seçkinleri ortadan kaldırmak için gereken toptan siyasi değişim, bu seçkinler siyasi ve ekonomik gücün kaldıraçlarını kontrol ettikleri sürece gerçekleştirilemez.

Nitekim 1943’ten beri Lübnan siyasetinde, kendi seçkinlerinin yolsuzluğunun yanı sıra bir değişmezlik varsa, o da dünyanın geri kalanı onu yeterince rahat bırakmamış demektir. Fransız mandasından, dönemin Cumhurbaşkanı Camille Chamoun’u halk ayaklanmasından kurtarmak için 1958 ABD müdahalesine, 1970’lerde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün gelişine, iç savaş sırasında Suriye, İran ve Batı’nın müdahalelerine, İsrail’in 1982’den 2000’e kadar Güney Lübnan'ın işgali, halkın hiçbir zaman kendi kaderini belirleme özgürlüğüne sahip olamamasına sebep oldu.

Lübnan’ın İran ile özellikle Şii siyasi partisi Hizbullah aracılığıyla bağları, Lübnan’ın gerçekte ne kadar uluslararası destek alacağını muhtemelen belirleyecek.

Lübnan’ın siyasi mekanizmasının yadsınamaz bir çarkı olarak Hizbullah ise ülkenin şimdi kendisini içinde bulduğu devlet içinde suç payını hak ediyor. Ancak, dış ülkeler Beyrut’ta herhangi bir siyasi değişiklik talep etmeye başlamadan önce, Lübnan’daki geçmiş müdahalelerinin neden olduğu şimdi görünür bir şekilde şehrin dört bir yanına dağılmış olan zararı hesaba katmalılar.

ç.n, Arapça reis, efendi anlamına gelen kelime

jacobinmag.com
Çeviri: Ezel Ortaç