Beyrut’taki evimin balkonundan sokakta yan yana dizilmiş dört büyük çöp konteynırı görünür. Çöpün etrafı hemen hiç boş kalmıyor. Bu çöp konteynırlarının içinde mezhepler, siyasi çekişmeler ve pandemi yok. Lokman Selim’in öldürülmesi de…

Lübnan’ın ateşle imtihanı sürüyor

ÜMİT FIRAT AÇIKGÖZ
Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi

Önemli bir siyasi cinayet ne kadar gündemde kalır? Bu aralar Lübnan’da sadece birkaç gün… Tarihinin en ağır ekonomik kriziyle boğuşan, enflasyonun üç haneli rakamlara ulaştığı bir ülkenin ne kadar zor bir süreçten geçtiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Üzerine Covid-19 pandemisi ile geçtiğimiz ağustos ayında gerçekleşen ve nükleer patlamayı andıran görüntüleriyle tüm dünyada hafızalara kazınan Beyrut Patlaması’nı ekleyin. Haklı olarak “kurumları işleyen ve halkına güven veren bir devletin orta vadede aşamayacağı bir kriz olmasa gerek” diye düşünüyor olabilirsiniz. Sorun tam olarak da burada. Ekonomik krizin de patlamanın da pandeminin geçtiğimiz haftalarda kontrolden çıkmasının da temel sebebi, siyasi parti kılığındaki mafya örgütlenmelerinin Lübnan halkını otuz seneden fazladır esir almış olması…

LAİK BİR LÜBNAN İSTİYORDU

Lokman Selim, 4 Şubat günü böyle bir Lübnan’da öldürüldü. Sorbonne mezunu Selim, önemli bir aktivist ve entelektüeldi. 1990’da bir yayınevi kurarak tartışmalı pek çok kitabı yayımlama cesareti göstermişti. 2000’lerde ise, Lübnan İç Savaşı’nın (1975-1990) hafızasını koruma amacıyla bir dökümantasyon ve araştırma merkezi kurdu. UMAM adlı bu merkezde ses getiren pek çok sergi ve toplantı düzenledi. Selim, devletin yok saydığı, okul müfredatlarına girmeyen iç savaş ile yüzleşmeden Lübnan’ın mevcut sorunlarını aşamayacağını düşünenlerdendi. Savaşın temel sebebi olan ve milis gruplarının siyasi partilere dönüştüğü savaş sonrasında da güçlenerek devam eden mezhepçi siyasi sistemin alaşağı edilmesini savunuyordu. Milletvekilliği, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı, meclis başkanlığı ve pek çok bürokratik pozisyon için liyakat yerine mezhepsel aidiyet öngören bu sistem yerine laik ve demokratik bir devlet kurulmadan Lübnan’ın düze çıkamayacağına inanıyordu. Selim’in ülke çapında tanınan biri olması, siyasi aktivizmi kadar ait olduğu mezhepten de kaynaklanıyordu. Nüfuzlu bir Şii aileden gelen Selim, eleştirilerinin hedefine Şii Hizbullah örgütünü oturta gelmişti. İç Savaş sonrasında silah bırakmayan tek örgüt olan, Lübnan siyasetinin en önemli aktörü Hizbullah’ın tek Şii muarızı Selim değilse de eleştirilerini onun kadar yüksek perdeden dillendiren pek azdı. Her şeyden evvel hem toplantı ve etkinliklerini düzenlediği UMAM hem de yaşadığı ev, Hizbullah’ın Beyrut’taki kalbi Dahye’deydi. Selim’e göre Hizbullah, Lübnan’ın en büyük problemiydi. Hizbullah’a göre ise Selim, Amerikalıların finanse ettiği bir hain…

4 Şubat günü Selim, güney Lübnan kırsalında kiraladığı aracın içinde dört kurşunla öldürülmüş bulunduğunda pek çok Lübnanlının gözünde katilin kimliği belliydi. Hizbullah ise derhal suikastı üst perdeden kınadı ve acilen bir soruşturma açılmasını talep etti.

Selim suikasti, ilk aşamada Lübnanlıları karanlık 2005 yılına geri götürdü. Suriye’nin otuz yıllık işgale son vererek Lübnan’dan çekildiği 2005’te aralarında eski Başbakan Refik Hariri’nin de olduğu pek çok siyasetçi, gazeteci ve aktivist suikasta uğramış, ülke iç savaşın bitiminden o yıla kadarki en ciddi kriz ile yüz yüze gelmişti.

lubnan-in-atesle-imtihani-suruyor-842284-1.
Lokman Selim uğradığ suikast sonucu 4 Şubat 2020’de hayatını kaybetti

BİR MİLYON KİŞİ AÇLIK SINIRINDA

Benzer bir suikastlar dizisinin ülkeyi daha da içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklemesi korkusu, halihazırdaki kaosun ezici atmosferinde kısa sürede soluklaştı. Lübnan lirasının dolar karşısında altı kat değer yitirdiği (1’e 1.500’den 1’e 9.000’e) ülkede yıllık enflasyon yiyecek ve içecek fiyatlarında yüzde 400’ü, giyecek fiyatlarında yüzde 500’ü aşıyor. Mülteci ve sığınmacılar dahil nüfusu yedi milyonu bulan Lübnan’da yaklaşık iki milyon kişi yoksulluk, bir milyon kişi açlık sınırının altında bir gelire sahip. Tahmini işsizlik ise yüzde 35 seviyelerinde. Eczanelerin tedarik edemediği pek çok ilaç karaborsaya düşmüş durumda.

Aralık ayının sonları itibariyle kontrolden çıkan Covid-19, bu tabloyu daha da ağırlaştırdı. Lübnan, salgının geçen ilkbahardaki birinci dalgasını erken kapanma önlemleri sayesinde hafif atlatmıştı. Beyrut Patlaması sonrası artan vaka sayıları, Noel döneminde ekonomiyi canlandırmak amacıyla kısıtlamaların neredeyse tamamen kaldırılmasıyla kaygı verici boyutlara ulaştı. 9 Şubat günü itibariyle bir milyon kişiye düşen vaka sayısında Lübnan, İngiltere ve ABD’yi geride bırakarak dünyada salgının en çok yayılmakta olduğu ülke haline geldi.

Yoğun bakım ve acil servis ünitelerinde doluluğun yüzde yüze yaklaştığı hastanelerin yükünü hafifletmek amacıyla Lübnan, 14 Ocak’tan itibaren, benzeri pandeminin başında Çin’de görülen çok katı bir kapanma sürecine girdi. Sadece evlere servis yapmalarına izin verilen süpermarketlerin dahi kapatıldığı ülkede yirmi dört saat sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Eczaneye gitmek gibi acil ihtiyaçlar için sokağa çıkmak izne tabi. 8 Şubat’ta süpermarket ve bankaların belli saatlerde açılmasına izin verildi, ancak yirmi dört saat sokağa çıkma yasağı devam ediyor.

WASTA HER KAPIYI AÇAR

Bunca katı önleme rağmen vaka ve ölüm sayılarında istenen düşüş sağlanmış değil. Bunun bir sebebi, devletin kısıtlamalara büyük oranda uyulmasını sağlayacak kabiliyetinin olmaması. Polis teşkilatı ne nicelik ne de nitelik itibariyle yeterli. Beyrut’un en göz önündeki semtlerinde bile trafik olurken, kapanma sürecinde imkanı olan pek çok insanın taşındığı dağ köylerinde süpermarketlerin müşteri kabul ettiği haberleri geliyor. Bir ihtimal ceza yiyecek olursanız bile cezayı ödememe şansı hâlâ var. Wasta denilen devlet içindeki bağlantıların açamayacağı pek az kapı, silemeyeceği pek az ceza var. Siyasi partilerin varlıklarını sıkı birer kliyentelizm şebekesine borçlu olduğu Lübnan’da wastasına güvenen insan sayısı az değil. Evinin yakınındaki telefon mağazasının bunlardan birine ait, dolayısıyla açık olduğu tahminiyle telefonuna kredi yüklemeye giden ve yanılmayan bir dostumdan dinlediğim şu hikâye, anlatmaya çalıştıklarımın kusursuz bir özeti gibi: Yarı açık kepengin altından süzülerek aniden mağazaya giren ve karşısında şaşkınlıktan donakalmış iki kişiye ceza yazmak yerine bir markanın telefon bataryasını soran, olmadığını öğrenince teşekkür edip ayrılan bir polis memuru…

Vaka sayısında istenen düşüşün neredeyse bir ay süren kapanmaya rağmen görülmemesinin ikinci sebebi ise ekonomik. Vatandaşlarına ciddi miktarda yardım ulaştırabilen, dokuz sıfırlı devasa teşvik paketleri açıklayan Avrupa ve ABD’de salgınla mücadele için alınan ve bazı kesimlerce protesto edilen önlemler, azalan refah anlamına geliyor. Lübnan’da ise açlık. Günlük kazancıyla kendisini ve ailesini güç bela geçindirmekte olan taksici, inşaat işçisi ya da seyyar satıcı yüz binlerce Lübnanlı hiç olmadığı kadar zorlu bir süreçten geçiyor. Ocak sonlarında Lübnan’ın ikinci büyük kenti Trablus’ta yaşanan şiddetli protestoların başını çekenler sınırlı günlük gelirlerinden olan bu kesimler ile işsizlerdi. Yoksulluğun zirve yaptığı bu kuzey Lübnan kentinde belediye binasının yakılmasına kadar varan protestoların hedefinde kısıtlamalardan ziyade, ülkenin içinde bulunduğu darboğazdan sorumlu tutulan, aralarında eski başbakanlardan Necip Mikati’nin de bulunduğu Trabluslu siyasetçiler vardı. Daha sınırlı olmakla beraber başka kentlere de sıçrayan ve kolluk kuvvetlerinin sert müdahaleleriyle karşılaşan protestolar sırasında virüsün yayılma zemini bulduğunu tahmin etmek zor değil.

Lübnan, bu katmerli kriz sürecinde gücü ve itibarı sıfıra yakın bir geçici hükümetle yönetiliyor. Ağustos ayındaki patlamanın ertesindeki şiddetli sokak gösterileri sonucu istifa eden Hasan Diyab hükümetinin yerine henüz bir hükümet kurulabilmiş değil. Fransa desteğiyle bir bağımsız teknokratlar hükümeti kurulması inisiyatifi, bu görevi üstlenen diplomat Mustafa Edip’in, Hizbullah’ın maliye bakanlığını elinde tutma şartı koşması üzerine görevi iade etmesiyle daha eylül ayında çökmüştü. Cumhurbaşkanı Mişel Avn, hükümeti kurma görevini ekim ayında, 2019’daki protestolar sonucu istifa etmesinin birinci yılında Saad Hariri’ye verdi. Hizbullah’ın şartlarını kabul eden ancak geriye kalan bakanlıkların bağımsız teknokratlardan oluşması konusunda direten Hariri, dört aydır ne hükümet kurabildi ne de görevi iade etti.

HARİRİ, YOZ SİSTEMİN KÖŞE TAŞI

Ekonomik yardım paketleri için önemli reformlar yapacak bir hükümetin kurulması şartını koşan uluslararası kamuoyunun başbakanlığına sıcak baktığı Hariri, geçtiğimiz haftalarda Ankara’da Erdoğan, Kahire’de Sisi ile görüştü. Suudi Arabistan’a destek açıklamaları yaptı. Bugün yarın Paris’te Macron ile görüşecek. Tüm bu gövde gösterisinin değiştiremediği gerçek ise Hariri’nin Lübnan’daki yoz siyasi sistemin köşe taşlarından biri olduğu. Onun başbakanlığında bir bağımsız teknokratlar hükümeti kurmak fikri, gülümseten bir şakadan ziyade sinirlendiren bir maskaralıktan ibaret.

Lübnanlılar, 2019 protestolarındaki inanç ve dinamizmlerini pandemi ve özellikle de Beyrut Patlaması sonucunda yitirerek sokaktan çekilince meydan yine bilindik siyasi çekişmelere ve mezhepçi argümanların havada uçuştuğu sonu gelmez bakanlık pazarlıklarına kaldı. Bu pazarlıklar Avn’un damadı, Lübnan’ın en nefret edilen politikacılarından Cibran Basil’in liderliğindeki en büyük Hıristiyan partisi Özgür Yurtsever Hareketi ile Hariri’nin liderliğindeki en büyük Sünni partisi Gelecek Hareketi arasında kamuoyu önünde yürütülen bir ağız dalaşına dönmüş durumda. Başka bir deyişle tarihinin en zorlu süreçlerinden birinden geçen Lübnan’da, ikisi de 1970 doğumlu ve ikisi de liyakatsiz iki adamın bitmek bilmeyen güç paylaşım mücadelesi, dört aydır hükümet kurulamamasının en önemli nedeni.

Yaşı ilerlemiş Lübnanlı tanıdıklarım, benzer bir ekonomik darboğaz görmediklerini söyledikçe soruyorum: “İç savaş dönemi daha kötü değil miydi?” Aldığım cevap hep aynı: “Hayır. Savaş boyunca piyasada para vardı.”

GÖRÜNEN ÇÖP KONTEYNIRLARI

Beyrut’ta yaşadığım evin balkonundan sokakta yan yana dizilmiş dört büyük çöp konteynırı görünür. Bir yıl öncesine kadar ara sıra, belki haftada bir kez, aynı yetişkin kağıt toplayıcısı ile denk gelirdim. Son aylarda ise her balkona çıktığımda çoğu çocuk farklı kişiler görüyorum. Kimisi kağıt topluyor, kimisi ise yiyecek arıyor. Çöpün etrafı hemen hiç boş kalmıyor. Çocuklardan kimisi konteynırların içine giriyor. Büyük ya da küçük istisnasız her poşeti yırtarak içini kontrol ediyorlar. Bazen yenilebilir bir şey buluyor, hemen oracıkta yiyorlar. Bu çöp konteynırlarının içinde mezhepler, siyasi çekişmeler ve pandemi yok. Lokman Selim’in öldürülmesi de…