Toplum içindeki oluşan olgu ve olayların tasarlayıcısı olan unsurlar, birbiri içerisinde bağımsız sayılırlar, ama sebep sonuç ilişkisi içinde bir bütünün parçası olarak incelenirler.

Lucescu’nun Milli Takım’ın başına geçtiği dönemdeki futbola yön veren koşulları incelediğimiz zaman, her biri Lucescu’dan bağımsız fakat sistemli (!) bir kaosun parçalarını oluştururlar. Lucescu’ya yapılan davet ve sonucunda yapılan anlaşma ise, sadece o kaosun bütün olumsuzluklarının sebep-sonuçtan ziyade, kısa vadeli rahatlama sürecine hizmet edecek bir anlaşmadır. Çünkü bu ‘kaotik yapı’ ‘diyalektik’ içeriğe sahip değildir.

Peki, Lucescu’ya giden süreci oluşturan unsurların sebepleri nelerdi ki sonuç olarak Lucescu’ya gidildi.

Galatasaray’a giderken aniden Milli Takıma gelmesindeki panik ve kaygılar bu sürecin Lucescu’ya bağlı olmadığının en önemli kanıtıydı.

İşin ilginç yanı; TV’lerdeki yorumcu kisvesi altında konuşan canlılar ile bu konuda sadece Lucescu üzerinden giderek yorum yapanların kısır görüşlerinin acizliği, olayı çarpıtmaktan ve birilerini Milli Takıma pazarlamaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Tabii ki, Lucescu ile anlaşma yapılmasının yanlışlığı ile taktiksel yönde eleştirilecek yönleri vardır. Bu ayrı bir süreç…
Lucescu bir sonuç ise bunu oluşturan sebeplerin iyi analiz edilmesi gerekir. Süreç başlangıç seviyesinden Lucescu’ya kadar gelir ki, ondan sonra taktiksel yönler tartışılır.

İnanın! Sonuç bölümünde eleştirilecek konu başlıklarının çok cılız kalacağını göreceksiniz.

Bu kadar ahkâmdan sonra sebep üzerine süreci irdelemek gerekir.

Spor, dünya üzerinde bir ‘endüstriyel yapı’ olarak kabul ediliyorsa, bunun yönetim kurallarının devlet mekanizmaları içerisinde ‘politika’ olarak kurgulanması lazım. Bu, spora hâkimiyet ya da siyasallaştırıp ‘özerk’ kurgusunu kaybetmesi anlamına gelmez. Aksine, doğru ilkeler ile ‘küresel’ entegrasyonun altyapısını hazırlar.

Bu bağlamda; ülkemizde ‘küresel’ kurgulara entegre olacak hiçbir ‘spor politikası’ üretilmemiştir.

Spor ‘siyasi’ bir araç haline getirilerek, özerk kurgusu baskı altına alınıp araçsallaştırılmıştır.

Bu politika üretmeyen ‘siyasi tercihler’ neticesinde:

Futbol Federasyonu ‘özerk’ kurgusunu kaybetmiştir. Kötü yönetilmesinin bedelini futbol camiası topyekûn ödemektedir.
Futbol kulüplerinde başkan ve yönetim her türlü parayı kullanma yetkisine sahipken, sorumluluğu olmamaktadır. Haliyle, bir kontrol mekanizması olmadığından (UEFA hariç) bu da bir ‘rant’ kurgusunu oluşturup kulüpleri borç batağına sokmuştur. Artık ahlaki değerlerden de söz etmek mümkün değildir.

Komisyonları yüksek tutmak için, piyasa değerinin üzerinde birçok futbolcuya fahiş fiyatlar ödenmiştir. İşin kötü yanı, bu artık bir kurumsal davranış modeli haline gelmiştir. Tabii ki cesaret kaynağı çok önemli!

Ve en acı olan; tüm bunların bir mekanizma halinde çalışması sonucunda ülkedeki spor alanında ve futbol altyapısında üretim ve imalattan vazgeçilmiştir. Bunun önemli sebebi de, alt yapı oyuncularının ‘komisyon’ değerlerinin çok düşük olması!

Artık sporcu yetiştirmenin hiçbir anlamının olmadığı bu ‘esnaf’ anlayışı tarafından egemen kılınmıştır. İthalata dayalı spor kurgusu ‘cari açığa’ katkı da bulunmaktan da geri kalmamıştır.

Altyapı oyuncularının ihtiyaçları karşılanmadığından, bir simit ile antrenmana gelen ve yürüyerek evine giden sporcuların sağlıklı yetişmemesine neden olmaktadır.

Ama, yıllık komisyonlara ödenen paralara baktığınızda, sadece bir kısmının, değil bir simit, restoran zincirleri kurmaya yetecek ve servis filosu kurmaya yetecek miktarda paralar ödendiğini görüyoruz.

Altyapı antrenörlerine verilen maaş ile donanım eksikliklerinin giderilmesi için yurtdışı eğitim programları oluşturmak gibi bir kaygıyı ne federasyon ne de kulüpler taşımamaktadır. Tüm altyapı kurgusu, skora dayalı beklenti üzerine çok yanlış bir şekilde kurgulanmıştır.

Ve spor kültürü… Olmadığını sandığımız ama maalesef var olan bir kurgumuz var. Yöresel kalan, küresel tüm kodları reddeden, ‘entelektüel kaygı’ taşımayan, ahlak kurgusunu dejenere ederek kullanan bir kültür koduna sahibiz. Bu ‘yöresel kültür’ kodlarının tüm içeriği ‘popülist kültürün’ unsurlarını taşır. Bilgiyi reddeden ve sadece duygulara hitap eden sömürü mekanizmasıdır.

Arda ise, bu bağımsız unsurların sağladığı kaos bütünlüğü içinde ortaya çıkmış bir sonuçtur. Arda’ya yüklenen misyon kisvesi, futbolu ‘popülist kültürün’ unsurlarını kullanarak araç haline gelmesini sağlamak. Kendisi de ‘broker’ rolünü üstlenmiştir.

İşte bu ‘yöresel kodlar’ Arda Turan’ın bu seviyede düşüşe uğramasına neden olmuştur. Madrid ve Barcelona’da yaşasa da oraları İstanbul’a çeviren bu kültür, adeta bir batağa saplanıp kalan bir içeriğe sahiptir.

Arda ile geçerli olan ise silahlı ‘maço’ futbolcu tiplemesi ile, siyasi ranttan medet uman ve bunun üzerinden beklenti oluşan cahil cesaretidir. Futbol ikinci, üçüncü sıradadır.

Gelin şimdi bu günahları toplayalım ve tekrar Lucescu’yu konuşalım. Antrenör olarak anlaşma yapılması yanlış isim olan Lucescu ne kadar suçlu?

Kim gelirse gelsin bu restorasyon kurgusunu uygulamak zorunda. Aksi taktirde skora oynayan antrenör, maaş kazanmak için zaman kazanır. Ama, futbol çok ciddi değer ve zaman kaybeder.

TV’lerde ve medyada, tüm bu gerçekleri bilip es geçen pazarlamacı rolü oynamak hiç kimseye bir katkı sağlamaz.
Gelecek olan her antrenör sadece bir sonuçtan ibaret olacaktır.