Sin City, kara filmin çizgi roman estetiğiyle harmanlanıp yüksek teknolojiyle pişirilip önümüze sürülmüş hali

Tarantino taifesi ustalarını çok geriden takip ediyor. 11 Eylül sonrasında “intikamcı” filmler çekmeye başlayan Tarantino da ilk dönemindeki çekiciliğini yitirdi ama Roberto Rodriguez ve Eli Roth gibilerinin apaçık faşizan eğilimlerine henüz yüz vermedi. Hoş, intikamcılığın da her zaman faşizme göz kırpan bir yanı olmuştur.

“Sin City Günah Şehri: Uğruna Öldürülecek Kadın” (bundan sonra kısaca Sin City Olarak anılacak) bir tür kara film sayılabilir. Kara filmin çizgi roman estetiğiyle harmanlanıp, yüksek teknolojiyle pişirilip önümüze sürülmüş hali. Film temelde siyah beyaz, kısmen de renkli. Siyah beyaz sadece renk paletinde egemen değil, karakterler de iyiler, kötüler olarak ayrılıyorlar. Ama iyi de kötü de şiddet konusunda farklı değil. Şiddet, Sin City’nin doğasında var. Bu son derece stilize ve fantastik bir şiddet olsa da, şiddet sonuçta. Filmdeki kadınlar iyi kalpli fahişeyle kötü kalpli fahişe yelpazesinde çeşitli noktalara serpiştirilmişler.

Film, Pulp Fiction misali, üç öyküden oluşuyor. Ama üç öykü birbirinin içine tam da geçemiyor. Ve keşke de geçmeseymiş, uzun bir film yerine, bir öykünün anlatıldığı kısa bir film yapılsaymış. O zaman, bu filmin bir keyif verme ihtimali vardı. Çünkü, Sin City’nin her şeye rağmen bir süreliğine cezbeden bir estetiği var. Ama film uzadıkça aynı tattan gına geliyor. Kadın cinselliği karşısında zayıf erkekler, entrika çeviren şehvetli kadınlar vs vs. Bir yere kadar!

Filmin bir sınıfsal öfkesi de var. Fakat bu lümpen proleteryanın öfkesi. Filmin açılışında üniversiteli zengin çocuklar sırf zevk için, bir evsizi yakmaya kalkıyor. Filmin kötü adamı senatör Roark hem çok zengin hem de nüfuzlu. Onlarla mücadele edenlerin ise hayatlarını neyle kazandıkları biraz meçhul. Biri kumarbaz, biri striptizci, biri striptizcinin badigardı vs. Zenginlere karşı lümpen proleteryanın öfkesi aşırı şiddete dayalı. Kötü ile iyinin tek bildiği şey, birbirini öldürmek.

Bu arada Rodriguez filmin tek yönetmeni değil. “300” çizgi romanlarının yaratıcısı Frank Miller da eş-yönetmen olarak iş başında. “300” romanları, sinemanın son yıllarda gördüğü en faşizan iki filme kaynaklık etti. Miller’ın kendisinden incelikli karakterler beklemek zaten mümkün değil. Bütün bunlara rağmen, Mickey Rourke ve Eva Green’in kimi zaman eğlendirdiğini söylemek lazım. Eva Green’in hem son “300” filminde hem de bunda benzer rollerde yer alması da dikkat çekici. Babalar ve oğullar arasındaki düşmanlık teması öykülerden birine az biraz psikolojik derinlik katar gibi olsa da burada da beklentimiz boşa çıkıyor. Dediğim gibi, bu filmin 15-20 dakikalık bir versiyonu yapılmalı. O çalışır. Fakat bu tayfanın artık kafasını değiştirmesi lazım. İlla “Eğleneceğiz, çok eğleneceğiz, hepsi film abi” tiradlarından da gına geldi. Evet, hepsi film ama film var, film var.