Macron’dan AB’ye ölüm öpücüğü

Bu yazı kaleme alınırken Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu için Emmanuel Macron ile Marine Le Pen’in adaylıkları kesinleşmişti. Görünen köy kılavuz istemez, 7 Mayıs’ta Macron’un Beşinci Cumhuriyet’in başkanlık koltuğuna oturacağı açıkça görülüyor.

Bu sonucu siyasetin yenilgisi; PR’ın, diğer bir ifadeyle proje bir adayı allayıp pullayıp tekrar piyasaya sürme tasarımının zaferi olarak nitelendirmek mümkün. Neden mi? Fransa’da ilk defa bir Cumhurbaşkanı, François Hollande o denli popülaritesini yitirmişti ki, ikinci defa adaylığa cesaret edemedi. Çünkü Hollande’ın uyguladığı neoliberal politikalar, özellikle ilgili bakanın adıyla anılan El Khomri “Yeni İş Yasası” büyük protestolara neden olmuştu. “Nuit debout”, Türkçesiyle “Gece Ayakta” hareketi bu tepkiler üzerinde yükselmişti. Hollande’a kamuoyu desteği tek haneli rakamlara inmişti.

Peki Macron kim? Tony Blair’e benzetilen, genç yakışıklı bir şahsiyet. Felsefe eğitimi gördükten sonra ünlü Fransız filozof Paul Ricoeur’un asistanlığını yapıyor. Rothschild’ın bankasında birkaç yıl yatırım bankerliği deneyimi yaşayıp, yükünü tuttuktan sonra, Hollande’ın danışmanlığına getiriliyor. İzleyen dönemde ekonomi bakanlığına atanıyor, daha birkaç ay öncesine kadar bu görevde bulunuyordu. Evet inanması güç, Sosyalist Parti’yi dağılmanın eşiğine getiren, utangaç neoliberal politikaların mimarı Macron cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda birinci sırayı alıyor.

Faşist mi yoksa Neoliberal mi?
Hatırlayanlar vardır, 80’lerde Ulusal Cephe’nin başında Marine Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen vardı. Baba, Reagan hayranı, açıkça neoliberal ve sendika düşmanıydı. Köprülerin altından çok sular aktı; Fransa’da özellikle mavi yakalı sanayi işçilerinin neoliberal reçetelerden, kapitalist küreselleşmeden ve finansın üretim ekonomisi üzerinde egemenlik kurmasından, yani finansallaşmadan canları yandı. Ulusal Cephe de, stratejisini çoğunlukla sosyalist-komünist partilere veren işçi sınıfının memnuniyetsizliğini örgütlemek üzere kurdu. Genç Le Pen sosyal devletin savunuculuğuna soyundu. İşçi sınıfının gözünde neoliberal politikalar AB’de, Brükselde yuvalanmış bürokratlarda cisimleştiği için, göçmenlere tepki üzerinde yükselen bir milliyetçiliğin yanı sıra, Avrupa karşıtlığından, avrodan çıkma vaadinden prim toplamaya başladı.

Buna karşın Macron sıkı bir Avrupacı; avroyla da bir sorunu olmadığı için, ilk sonuçların belli olmasıyla birlikte ortak para dolar karşısında şipşak değer kazanmaya başladı. Financial Times tarafından İskandinav tipi sosyal demokrat ilan edilmesine karşın, seçim vaatlerinin geleneksel sosyal demokrasiyle hiçbir alakası bulunmuyor.

Macron geniş kitlelerin siyasetçi sınıfına karşı tepkisini başarıyla örgütledi. Yıllarca bakanlık yapmasına rağmen, hiç seçilmemiş olmasını avantaja çevirdi. Kendisini “sivil toplumun” temsilcisi olarak takdim edebilme hünerini gösterdi. Sosyalist Parti’yi terk ederek bağımsız adaylığa soyunması “vefasızlık” değil “yenilik” olarak sunuldu. “Ne sağcıyım, ne solcu” sloganıyla lansmanı yapıldı. “Siyaset üstü, sınıflar üstü, ideolojiler üstü” vurgusuyla “neoliberal reçetesi” pazarlandı. Brexit felaketinin ardından, Avrupa’nın ikinci ekonomisinin bir Avrupa yanlısı tarafından yönetilebilmesi için tüm Brüksel camiası seferber oldu. Macron onları mahcup etmedi, adeta AB’ye bir ölüm öpücüğüyle yeniden yaşam umudu aşıladı.

Macron’un ekonomi programı
Macron’un ekonomik programına bakınca, Donald Trump’ın vaatleriyle büyük benzerlikler göze çarpıyor. Sadece, korumacılıktan değil serbest ticaretten yana tutumuyla Trump’tan ayrılıyor. İşte Macron’un ekonomi politikasının köşe taşları :

»Kurumlar vergisinin 33’ten yüzde 25’e indirilmesi,

»Kamu çalışanı sayısının 120 bin azaltılması,

»25 milyar avro merkezi hükümetten, 15 milyar avro sağlık sigortasından, 10 milyar avro işsizlik fonlarından ve 10 milyar avro yerel yönetim harcamalarından olmak üzere kamu harcamalarından 60 milyar avro kısıntı yapılması,

»İş yasalarının sendikalar ve patronlar arasındaki toplu pazarlığı adem-i merkezileştirmek, böylece firma düzeyinde pazarlıkla işçiler karşısında sermayenin güçlendirilmesi,
»İşsizlik ödemelerinin “sorumluluğa davet” sloganı altında daraltılması,

»Uber benzeri şirketlerin tam zamanlı sözleşme içermeyen pratiklerinin yaygınlaştırılması,

»Almanya’yla AB’nin yüzde 3 bütçe açığı sınırının korunması konusunda mutabakata varılması,

»Hanehalkı ve şirketlerin vergilerini 20’şer milyar avro kısarak,harcama gücünün ve yatırımların teşvik edilmesi,

»Gençlerin mesleki eğitimi için 15 milyar avro, yeşil enerjiye geçiş için 15 milyar avro ayrılması gibi, toplamda 50 milyar avro şeklinde “cila kabilinden” vaatleri de bulunuyor. (Kaynak: Macron promises Nordic remedy for France’s economic ills- The Local 24 February 2017)

Görüldüğü gibi, “ne sağ, ne sol” imajıyla dolaşıma çıkarılan Macron’un ekonomik politikası açıkça sağ, neoliberal tınılar taşıyor.

Sol adaylar
Fransız seçimlerinde ses getiren Jean-Luc Melenchon’un son günlerdeki hızlı yükselişi yüzde 19.6 oy getirmesine karşın finale kalmaya yetmedi. Sosyalist Parti’nin adayı Benoit Hamon ise yüzde 6.3’le beşinci sırada kaldı.

Melenchon da, bağımsız bir platformdan, Insoumise (boyun eğmeyenler) hareketinin temsilcisi sıfatıyla aday oldu. Chantal Mouffe’ın ifadesiyle, “demokrasiyi genişletme ve radikalize etme arayışıyla”, “sol populist” bir kimliğe sahipti. A planı, AB’nin demokratik temeller üzerinde yeninde kurulmasına ön ayak olmaktı. Bu yazıya sığmayacak kadar çok kapsamlı bir ekonomik programı bulunuyordu. Bu arada Hamon’un da “yurttaşlık hakkı” ödenmesini öngören radikal önerileri bulunduğunu, ama partinin sağ kanadının Macron’a çarketmesiyle, hazin bir biçimde açıkta kaldığının altını çizelim.

Melenchon’un, Türkiye için de ders alınası vizyonu şuydu:

1958’de De Gaulle tarafından uygulamaya sokulan başkanlık sisteminden bir kopuş gereklidir. Çok merkezli, kişiselleşmiş ve demokratik olmayan bu yapının yerine halkın temsilcilerinin daha fazla demokratik kontrolüne dayalı bir parlamenter sisteme geçilmelidir. Kurucu meclis yeni anayasayı referanduma sunar sunmaz ben de cumhurbaşkanlığından istifa edeceğim.

Macron olgusunun Türkiye’ye yansımaları
Macron’un seçilmesiyle, RTE ve Türkiye’ nin AB adaylığına hayırhah bir tutum beklenmemeli. Ama eminim ki aklı evvel bazı kanaat önderleri çıkacaklar, “Neden bizde de Macron gibi, ideolojilerden azade, parti prangası bulunmayan, genç figürler yok?” diye yakınacaklar. Mevcut partileri, örgütlü yapıları küçümseyen; ideolojileri aşağılayan; havada bir takım “marka” isimlerin uçuştuğu, apolitik ortama zemin hazırlanacak. Solun da, sosyalistlerin de bu rüzgara kapılmadan, “kurtarıcı“ figürlere bel bağlamadan kendi programlarını ve örgütsel planlarını geniş kitlelere mal edebilmelerinin önemi artacak.