10-11-12 Nisan 2009 tarihinde Zonguldak Karaelmas Üniversitesi ve AFSAD Toplumsal Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi’nin birlikte

10-11-12 Nisan 2009 tarihinde Zonguldak Karaelmas Üniversitesi ve AFSAD Toplumsal Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi’nin birlikte düzenlediği Fotoğraf Günleri vesilesiyle Zonguldak’a gitmiştim. Edebiyatçılarla fotoğrafçıların bir buluşması şeklinde gerçekleşen fotoğraf günlerinin sunumları üç gün sürmüştü. Bu arada organizasyon komitesi maden ocağına inmek isteyenler için de zaman ayırmıştı. 11 Nisan Cumartesi sabahı uyanır uyanmaz etkinlikler başlamadan Üzülmez Maden Ocağı’na geldik. Gerekli kıyafetleri giyip kasklarımızı taktık. Yerin 260 m aşağısına asansörlerle indikten sonra işçileri taşıyan vagonlara binip galerinin derinliklerine yol almaya başladık. Doğrusu ben dahil birçok arkadaşımızın ilk deneyimiydi. Birlikte indiğimiz kişiler arasında sosyolog ve öğretim görevlisi Gamze Toksoy, fotoğrafçı Deniz Ersoy, Murat Germen, Mehmet Kaçmaz, şair ve fotoğrafçı Mehmet Özer, foto muhabiri Ali Öz, Uğur Kavas, yazar ve şair Mahmut Temizyürek, Şükrü Erbaş bulunmaktaydı.
Vagon kalın kalaslarla desteklenmiş galeri içinde ilerlerken bu kalasların üzerimizdeki koca yerküreyi nasıl taşıdığı sorusunun birçoğumuzun aklında dolaştığı yüzlerden okunuyordu ki -şimdi kimin önce davrandığını anımsamıyorum- biri dayanamayıp soruverdi. Bize eşlik eden madenci işçilerin şefi bu soruya alışık olduğunu hissettirir şekilde;
-Kalaslar değil, yerküre kendini tutar, merak etmeyin.
Dedi. Üzeri tebeşirle çizili bir kısım tahtalar dikkatimi çekti, onları sordum; “değişmesi ya da destek atılması gereken kalaslar işaretlenir, bir sonra madene inen arkadaşların ilk işi bunları düzeltmektir” yanıtını aldım. Açılan galeride kömür çıkarımı bittiğinde yeni bir galeri açılırken eski galerinin dayanakları olan kalaslar çekiliyor ve çökmesi sağlanıyormuş. Bunun sebebi yeni kalasların taşıdığı yükü azaltmak ve göçük tehlikesini minimuma indirmekmiş.
Yaklaşık üç kilometre sonra galerinin içlerine doğru ulaşımı sağlayan vagonumuz durdu. Raylar buraya kadar döşenmişti. O sırada çalışmaların yoğun olduğu bölgeye gidebilmek için yürümeye başladık. Meraklı gözlerle etrafımızı incelerken kasklarımızdaki ışığın tavan ve yan kayalara yansımasıyla pırıl pırıl ışıldayan kömüre neden karaelmas dediklerini anladım. Madene inmezden önce yerin altında, kulağımda bir basınç oluşacağı ve oksijen yetersizliğinden nefes almakta zorlanacağım öngörüm nedeniyle bu konudaki cahilliğim tescillendi. İçeriye basılan hava ve doğal ortamdaki oksijen böyle bir sıkıntı yaşatmıyordu. Yürüyüş boyunca tavandan süzülüp damlayan sular kenarlara açılan oyuklarla akıp gidiyordu. Ancak suyun bazı çukur alanlara birikimi nedeniyle çizmelerimize kadar batarak yürüdüğümüz de oldu. İçimizden bazılarının çorapları ıslanmıştı. Bir süre sonra yemek molası vermiş madencilere ulaştık. Evlerinden getirdikleri katıkları, kumanyalarına birleştirmiş yiyorlardı. Bizi buyur ettiler. Yanlarında biraz mola verip eyleştik, sohbet ettik. İşçi arkadaşlardan birinin söyledikleri hâlâ kulaklarımda;
-Madende üç yüz-beş yüz metre öteden bile, yenen salatalığın kokusunu alırsın.
Kokuyu çeken bu dehlizin ateş topunu nasıl yuttuğunu öğrenmiştim aslında.
Ve bildiklerimle birleşince…
Altı-yedi yüz küsur liraya çalışmak için başvuran yüzlerce işçiyi, taşeronlaşmayı, insanın emeği üzerinde dönen kirli siyasetleri, paraya ve makama tapınan yavşakları, maden kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü olduğumuzu, antigrizu sistemlerinin yetersiz olduğunu, denetçilerin madeni işleten firmanın maaşlı elemanları oldukları için işsiz kalma korkusu nedeniyle bu yetkilerini kullanamadıklarını, bugünkü teknolojik olanaklar sayesinde meydana gelebilecek kazaların yüzde 98’inin önlenebilineceğini...
Ve duyduklarımla birleşince…
Bu mesleğin doğasında tehlikenin var olduğunu(!), bölge insanının bu tip olaylara alışık olduğunu(!), ölümün kader/ takdiri ilahi olduğunu(!), iş ve işçi güvenliğinin bir yere kadar işe yarayacağını (!)
Ve umutlarımla birleşince…
Umudun mücadele etmeden bir işe yaramayacağını biliyorsak…
Ve madenci, yaşıyorsan henüz…
Yani maden ocağının dibinde salatalık kokusunu alabiliyorsan…
Haydi, Büyük Yürüyüşe…