Bu yazıya başlamadan önce lütfen bir şişe maden suyu için. Maden suyunuzu içip, hafifçe geğirmek suretiyle rahatladıysanız devam edelim. İçtiğiniz maden suyuyla medya sektörüne katkıda bulunduğunuzu biliyor musunuz? Belki duymuşsunuzdur, Habertürk bu hafta büyük bir badire atlattı. Gazetede çıkan “Fazla maden suyu içmek yüksek tansiyona zararlı” haberi yüzünden, milyonlarca kişi ellerindeki maden suyu şişelerini aniden yere bırakıp içmeye tövbe edince, gazete bir anda krize girdi. Hemen devreye giren cengaver yayın yönetmeni Selçuk Tepeli, iddialara göre (gazeteciler.com haberi) “Nasıl böyle haber yaparsın, bu gazetenin parası nereden geliyor bilmiyor musun?” sözleriyle haberde sorumluluğu olan muhabirleri (Hüseyin Gündoğdu, Neşet Karadağ) işten attı. Zira gazete patronunun cam sektöründe yatırımı vardı ve o maden suyu üreticilerine şişe satılıyordu. Muhabirlerin işten atılmasıyla önce cam fabrikası, sonra Habertürk en son olarak da Şanghay Borsası hızla toparlandı ve yurt genelindeki çay ocaklarında soda limon siparişleri yeniden mevsim normallerine döndü.

Bu olayın ardından bizim elimizde kalansa; üç işsiz gazeteci (bianet.org’a göre iki) ve “medya dışı sermaye” yazıları için mikro çapta bir örnek oldu. Habertürk Yayın Yönetmeni ve son maden suyu bükücüsü Selçuk Tepeli’ye göre gazetecileri işten atmasının tek sebebi maden suyu haberi değildi. (bianet.org-Elif Akgül, Ekin Karaca haberi). Buradan anladığımız, bir sebebi de o. Öyleyse saha ve zemin, bu haftaki Köşe Vuruşu’nu “medyada medya dışı sermaye ve habere etkisi” olgusuna açmaya müsait:

NEREDEN NEREYE?

Hürriyet gazetesi eski sahibi Erol Simavi, bir ara tavuk işine girer. Bunun üzerine Babıali’de dedikodular alır yürür. Simavi, utana sıkıla “tavukçuluk işinin sadece hobi” olduğunu açıklayacaktır. Başka bir örnek: 1979 yılında Aydın Doğan Milliyet gazetesine ortak olarak medya sektörüne girerken ortaklık oranı %25 olarak açıklanır. Oysa Aydın Doğan’ın yıllar sonra bizzat itiraf edeceği üzere gerçek ortaklık oranı %75’tir. Sadece Babıali’ye medya dışı patronun girişinin kötü karşılanacağı düşünüldüğü için öyle yazılmıştır.

DÜNDAR'IN TANIKLIĞI

Can Dündar, 90’larda yazdığı bir yazıda çalıştığı ilk gazeteden bir anı aktarmıştı. Dündar’ın çalıştığı gazetenin istihbarat şefi, bir gün kırmızı etle ilgili bir dizi olumsuz haber siparişi verip, beyaz etin faydalarıyla ilgili de uzman görüşleri toplatır. İşin rengi sonra çıkacak, Dündar, patronlarının “piliç sektörüne” girdiğini öğrendiklerini acıyla anımsayacaktır. O patron Erol Simavi mi bilinmez, zira o yazıda isim verilmemişti. Şu anda pek önemi yok.

NAİF ANILARDAN BUGÜNE

Medya tarihinden bu iki anekdot şu anda oldukça naif. Aslına bakarsanız, Habertürk gazetesindeki maden suyu olayı da genel resme bakınca epey “normal” kalıyor bugün. Sadece olayları daha berrak görmemizi sağlayan bir örnek. Çünkü, medya dışı sermayenin medyaya girişinin sonuçları sadece böyle ufak manipülasyonlarla sınırlı kalmadı. Kırmızı etin karşısında beyaz eti yükseltmenin nasıl olumlu sonuçları varsa, kırmızı parti karşısında beyaz partiyi yükseltmenin de sonuçları vardı. Gelsin ihaleler, teşvikler derken medya, siyasi iktidarlara belden bağlanıverdi. Yeni iktidarlarla sermaye el değiştirirken, ihale ve teşvikler de yön değiştirdi. Hal böyle olunca bir devrin amiral gemisi gazetesi bile muhalif sınıfına yazıldı. Çünkü kimisinin kaderine vergi cezaları düşerken kimisinin kaderine de otoyol, enerji ihaleleri düşüyordu. Bunların karşılığında da bazı haberler yok sayılıyor, bazıları köpürtülüyordu. Çok büyük talanlardan bahsederken bazı şeyler böyle masal gibi geliyor. O yüzden bu “maden suyu örneği” önemli. Varlığını maden suyuna borçlu olduğunu öğrendiğimiz Habertürk’ün eski genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı bile geçenlerde verdiği bir röportajda, -baskı dönemlerinde diye şerh düşerek de olsa- medya patronlarının medya dışı yatırımı olmamalı diyebiliyor örneğin. Oysa biz söyleyince; ya naif oluyoruz ya ütopik. En iyi ihtimalle idealist bir genç. Ey gazeteci arkadaş, “Bir de maden suyu şişesinde balık olsam” de geç.