Madenlerde ne değişti ya da ne değişmedi?

Mehmet TORUN
Maden Mühendisi

Yıl 1978. Meslek büyüklerimiz o günlerde şu tespiti yapmışlar;“Türkiye üzerine söylenecek her şeyde unutulmaması gereken nokta, başta yapılması gereken temel önerme, Türkiye’nin emperyalizme bağımlı bir ülke olduğudur. Bu önermeyi göz ardı eden tüm bakış açıları birer ‘bakmayış’ açısıdır.”

Yıllar geçti, köprünün altından çok sular aktı ama bugün de aynı tespitler geçerli. Eşitsizliklerin arttığı, sömürünün katmerleştiği sistemde birilerinin rahat yaşaması için birileri bedel ödemek zorunda. Yenidünya düzeni, neoliberal sistem adı altında; bilinen klasik yöntemler biçim değiştirmiş şekliyle sürmekte, sömürü ve talan artarak devam etmekte, bu süreçte madenlerimizin, doğal kaynaklarımızın, doğamızın, kentlerimizin talanı da acımasızca sürmektedir.

Geçmiş yıllarda alçıtaşı diye götürülen bor madenlerimiz, samanların altında gemilerle götürülen krom madenlerimiz bugün yasal !! yollarla götürülmektedir. 1960'lı yıllarda okul kitaplarımızda ülkemizin krom madeni açısından zengin olduğu ve kaliteli rezervlerimiz olduğu yazılıydı. Aradan geçen 60 yılda krom madenlerimize ne oldu? Ne kadar üretildi? Kimlere, ne şekilde satıldı? Bu satıştan ülkemize, halkımıza ne kaldı? Bu çalışmalarda yitirilen canlar, bozulan doğa, tükenen cevher dışında ülkemizin gelişmesine, refah toplumu olmamıza önemli bir katkısı oldu mu? Bu durum tüm madenlerimiz için geçerli aslında. Bunlar çok ciddi araştırma gerektiren konular. Ama bilinen bir gerçek var; uzun yıllardır madenlerimiz çok zor koşullarda üretilmekte ve hammadde olarak satılmaktadır. Sömürge madenciliği diye adlandırılan bu süreç, gelişmiş ülkelerin yararına işlemekte sonuçta tüm halkın malı olan doğal kaynaklarımız talan edilmekte, tüketilmektedir.

Emperyalist ülkeler, tüm geri bıraktırılmış ülkelerin madenlerine el koyarak kendi sanayilerinde hammadde girdisi olarak kullanmakta ve ürettikleri sanayi ürünlerini yine bu ülkelere çok yüksek fiyatlarla satmaktadır. İşlerini daha rahat yürütmek için yerli ortaklar, işbirlikçiler bulurlar ve bu döngü yüzyıllardır devam eder. Emperyalistlerin 1800 lü yıllarda Anadolu’daki kömür, bakır, kurşun-çinko, krom vb. madenlerine el koymak için neler yaptıkları tarih sayfalarında kayıtlıdır. Bugün de her yol mübah sayılarak benzer işleyiş devam etmektedir. Yasalar bu işleyişe uygun olarak düzenlenmekte, lobi faaliyetleriyle toplum yanıltılmakta, yoksullaştırılan kitlelere sosyal sorumluluk adı altında yapılan küçücük yardımlar abartılı bir şekilde sunulmakta ve kamuoyu kendi istekleri doğrultusunda ikna edilmeye çalışılmaktadır. Tüm bunlar için ciddi bütçeler ayrılmakta, yandaş uzmanlara raporlar hazırlattırılmakta, bilimsel çalışma adı altında bilime adeta takla attırılmaktadır. Oysa bu ülke aydınlarının asli görevi, bilim ahlâkına uygun olarak ülkesinin ve halkının yararını korumaktır.

Tam bu noktada yurtsever insan, meslek büyüğümüz Teoman Öztürk’ün yine o yıllarda söyledikleri herkese rehber olmalıdır; “Yüreğimizdeki insan sevgisini ve yurtseverliği, baskı ve zulüm yöntemlerinin söküp atamayacağının bilinci içinde, bilimi ve tekniği, emperyalizmin ve sömürgenlerin değil, emekçi halkımızın hizmetine sunmak için her çabayı güçlendirerek sürdürme yolunda inançlı ve kararlıyız.” Bu söylemin gerçekleşmesi için mücadele edilmelidir.

Yapılması gereken açıktır. Ülkemizin tüm ortak değerlerine öncelikle sahip çıkmak, doğal kaynaklarımızı halkımızın yararı doğrultusunda üretmek ve değerlendirmek ana hedef, ana ilke olmalıdır. Doğal kaynakların gerçek sahibi halktır.