Emperyalist ülkeler, geri bıraktırılmış ülkelerin madenlerine “bir şekilde” el koyarak söz konusu kaynakları kendi amaçlarına uygun olarak değerlendiriyor

Madenleri ne yapmalı?

Mehmet TORUN - Maden Mühendisi

Madenlerin stratejik olduğunu öne süren bir kesime karşı, bazı çevreler, madenleri, ekonomik önem ve tedarik riski göz önüne alarak kritik hammaddeler olarak tanımlıyor, bu hammaddelere güvenli ve sürdürülebilir erişimin sağlanması için neler yapılması gerektiği konusunda öneriler sunuyor. Bu iki kavramın farklılığı, sadece kelime anlamı farklılığını değil, politik bir duruşu da ifade ediyor. Günümüzde küresel çıkar politikalarının neden olduğu savaşlar, işgaller, katliamlar, soykırımlar, daha yoğun sömürü, işsizlik, açlık, yoksulluk ve yolsuzluk düzeni yaşamın her alanına damgasını vurdu. Kapitalizmin ve neo-liberal sermaye birikimi modelinin dünya çapındaki krizi; eşitsizlikleri derinleştirmekte, çevre ülkeleri iflasa ve yeni borçlanmalara sürüklüyor. Sömürü ve talan yaşamın her alanında artıyor. Bu alanların en önemlilerinden biri de doğal kaynaklar üzerindeki sömürüdür. Emperyalist ülkeler, geri bıraktırılmış ülkelerin madenlerine “bir şekilde” el koyarak söz konusu kaynakları kendi amaçlarına uygun olarak değerlendiriyor.

TEKELLER HÜKMEDİYOR

Çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ), ulusların toplumsal ve ekonomik yaşamlarındaki belirleyici konumları, özellikle son otuz yılda önemli oranda güçlendi. Söz konusu şirketlerin pazardaki güçlerini giderek artırmaları, bulundukları sektörlerdeki pazarın gelişimini, yatırım, yenileşme, vs; çalışma kural ve koşullarını kendi yararları doğrultusunda dikte ettirebilmelerini kolaylaştırmakta ve bu durum, şirket birleşmelerini cazip hale getirmekte, küresel ve yerel ölçekte tekelleşme daha da artmakta. Bu gelişmeler sonucunda; 2000’lerde, dünya demir cevheri pazarının yüzde 67,3'ü, kalay pazarının yüzde 79,3'ü, bakır pazarının yüzde 74,6’sı ve altın pazarının yüzde 57,4’ü en büyük 10 şirket tarafından kontrol ediliyor. Yine, platin ve molibden pazarının yüzde 90’ından fazlası, yine 10 şirket; nikel pazarının yüzde 51'i ve alüminyum pazarının ise yüzde 38’i ise, aynı işkolunda faal olan ilk beş şirket tarafından denetleniyor. Öte yandan, kurşun üretiminin yüzde 58’i, çinko üretiminin ise yaklaşık yüzde 49’u da en büyük 10 şirket tarafından yapılıyor. ÇUŞ’ların cirosu pek çok devletin bütçesinden fazla.

Ülkemiz, maden çeşitliliği açısından epey zengin olup, bazı rezervler açısından da şanslı bir konumdar, dolayısıyla da, küresel gelişmelerden fazla etkileniyor. ÇUŞ’lar uzun vadeli politikalarla madenlerimiz üzerinde söz sahibi olmakta, kaynaklarımızı kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için her türlü çalışmayı yapıyor.

Maden yatakları; 4,5 milyar yıl önce, yerkürenin oluşumunun başında ve daha sonraki safhalarda zuhur eden çeşitli fiziksel, kimyasal, biyolojik, bakteriyolojik, jeolojik vb. süreçlerin bir arada ve yavaş yavaş ilerlemesi sonucunda oluşmuştur. Aynı süreç günümüzde de ağır aksak yürümekte. Doğada mevcut birçok ürünü belirli bir zaman ve mekân boyutunda tekrar üretmek mümkün; ancak madenler, bir kez tükendiğinde yeniden üretilemeyen varlıklar ve bu nedenle de çok özel olarak ele alınmaları gerekiyor. Bir diğer yandan, madenler; insan emeği harcanmaksızın oluşan fıtrî değerlerdir; yani bulundukları haliyle, aslında bir değer ifade etmezler, onlara değer kazandıran harcanan emektir ve ancak meta haline dönüştüklerinde bir değere kavuşurlar. Tam bu noktada madenlerin bütün insanlık ailesinin ihtiyaçlarını karşılaması gereken ortak kullanım kaynakları olduğunu anlamak ve sosyal niteliklerinin önemine dikkat çekmek gerekiyor!

Stratejik maden, günün koşullarına bağımlı olarak, ülkeden ülkeye değişen göreceli bir kavram. Liberal ekonomilerde, bir madenin stratejik olduğu ilan edildiğinde; hemen devletin işletmeye geçmesi yerine, stoklama yollarını araması istenir. Sosyalist ülkelerde madencilik sektörünün tamamı stratejik sayılmakta iken, fanatik liberallere göre ise hiçbir maden stratejik olamaz.

Türkiye’de stratejik maden denildiğinde uranyum ve toryum gibi nükleer madenler akla geliyor. Bazılarına göre ise savaş zamanlarında silah gibi kullanılabilecek bor ve krom gibi madenler de stratejiktir. Esasen, strateji kavramı, tanımının askeri veçhesine hiç aldırmaksızın irdelense bile; eğer bir ülkenin sanayisi için olmazsa-olmaz madenler güvenilir ikmal kaynaklardan sürekli olarak sağlanamıyorsa, olmayan maden de stratejiktir. Ayrıca, bir madenin küresel rezervinin nicel ve/veya nitel ezici çoğunluğu sadece tek bir ülkede bulunuyorsa ve olmazsa-olmaz özellikleri de varsa, o maden de stratejik sayılıyor.

MADEN STOKLUYORLAR

Aslında, stratejik maden dendiğinde göreceli bir kavram karşısında bulunmaktayız. Bu kavram; zamana, mekâna, politik ve toplumsal konjonktüre, bilimsel-teknolojik gelişimlere, tüketici eğilimlerine (veya ihtiyaç tanımının zamanla tahrifatına) ve daha birçok faktöre bağımlı olarak yeniden güncellenmeye tabi tutulmakta ve algılanmaktadır. Bir dönem stratejik olarak kabul gören bir maden, koşulların değişimiyle sıradanlaşabilir ve bunun tersi de mümkündür; yani dönüşüm geçirebilme, sadece madenin bulunduğu ülke için değil, tüketici ülkeler için de geçerli.

Çok yüksek miktarda maden tüketen ülkeler, kritik zamanlar için maden stokluyor. Örneğin, ABD Ulusal Savunma Stokları Merkezi, ithal edilen bütün maden kalemlerindeki dışa bağımlılık oranlarını her yıl yeniden hesaplıyor. Yine ABD Savunma Lojistik Ajansı da, ithal edilen birçok madeni stoklamakta ve piyasayı düzenlemek amacıyla zaman zaman satışa çıkartıyor. Almanya ve Japonya ise, daha az sayıda stratejik madenin stoklanmasını, bu madenlerin ticaretini yapan özel şirketler eliyle sağlıyor. Devlet stok miktarlarını belirlemekte ve stoklama masraflarına iştirak ediyor. Ülkeler; kendi kaynaklarının durumuna göre, bir stratejik sınıflama tayin etmekte ve resmi ya da özel kritik-stratejik mineral listeleri hazırlıyorlar. Listeler; sadece askeri amaçlar için değil, stratejik bazı malzemeler ve işkolları da dikkate alınarak, ticari ve ekonomik amaçlar için de hazırlanabiliyor. Ayrıca, madenlerin dış kaynaklardan güvenli ve uzun vadeli olarak ikmali de, maden ihracatçısı az gelişmiş ülkelere açılan kredilerin temel şartlarından.

2010’da Madrid’de yapılan Avrupa Mineral Konferansı’nda ortaya konan Ham Maddeler Deklarasyonu ve AB için Kritik Ham Maddeler Raporu 2011’de yayınlandı. ABD ve Japonya benzer çalışmayı daha önce gerçekleştirdi, Çin ise geçen yıllarda yaptı. AB raporunda, diğer incelemelerin yanı sıra kritik kavramı da tanımlanmakta. Bu fasılda, “Kritik Hammaddeler”: “…. tedarik riskleri ve ekonomi üzerindeki etkileri, diğerlerine göre çok daha yüksek olan maden kalemleri…” olarak tanımlanıyor. Yani kritik hammaddeler tanımı, bizim onyıllardır andığımız stratejik madenlere denk düşmekte.Ülkemizin maden rezervleri her yönü ile yeniden değerlendirilmeye muhtaç. Bu değerlendirmede; kısa, orta ve uzun vadeli ihtiyaçlar göz önüne alınarak, önce stratejik madenlerimiz belirlenmeli ve bu doğrultuda işletilmesi esas alınmalı. Aksi halde; milyonlarca yılda oluşan doğal kaynaklarımızın başkalarının yararı için tükenmesi akıbeti kaçınılmaz.

Rezervleri tükenen AB ülkeleri, 2030’lu yıllara ait arz-talep kestirimlerini yapıp buna göre planlamalar yaparken; ülkemizin –piyasanın kutsiyeti dayatmasıyla– madenlerini hesapsız bir şekilde üretip/tüketip, dışarıya satması, kaynak kaybı ve gelecek kuşakların hakkına el konulması anlamına geliyor. Liberal ekonominin kalesi ülkeler bile uzun vadeli planlamalar yaparken, geri bırakılmış ülkelere farklı davranmaları ve bu konudaki tavsiyelerinin şüpheyle karşılanmalı. “Doğal Kaynakların Sahibi Halktır” sözünün, sloganda kalmaması, bu öncelikleri hayata geçirmekle birebir ilintili. Bu anlamda madencilik politikaları acilen değiştirilmeli ve buna uygun düzenlemeler yapılmalı.