Mağaradan çıkış: Korona imgeleri

Mağaradaki tutsaklar sadece gölgeler, imgeler görebilirler. Hakikati görebilenler, beden denilen mağaradan çıkmayı başaranlardır. Platon’un mağarasından çıkış var mı? Medya denilen, durmadan imge üreten mağarada kıstırıldık. “İmgeler bize bir dünya gösterir ama dünyayı göstermez. İmgeler gösterilen şeyin kendisi değildir, onların temsilcileridir: bir tür yeniden gösterimdir. Hatta imgelerin temsil ettiği olgular gerçekte var olmayabilir ve bunun yerine hayal dünyasına, ümitlerimize, rüya ve fantezilerimize sıkışmış olabilir” (Leppert, Nü, Ayrıntı). Elbette korkularımıza da sıkışmış olabilir. Korona imgelerinin gösterdiği dünya, kirli, hastalıklı bir dünyadır. İmgeler, bizden yeryüzünü saklıyor. Ve giderek en yerel olana, bedenlerimize kapanıyoruz. Üstelik bu imgeler, bize bedenlerden tiksinmeyi de öğretiyor, kendi bedenimizden bile. Bedenine yabancılaşma, yoğun tecrit koşullarında yaşayanlarda görülür. Yoğurda arap sabunu karıştırıp yiyenler mi ya da ellerini ova ova kanatanlar mı ararsınız? Bedenin hapishaneye dönüştüğü tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Platon bedenin, kurtulunması gereken bir hapishane olduğuna inanıyordu. Korona imgeleri, bedeni terk ettiğimiz, ama yaşamlarımızı medya mağarasında sürdürdüğümüz bir dünyanın ön gösterimidir.

Platon’un dünyasında görülebilir nesneler vardır, bir de akılla kavranabilir nesneler. Görünen dünya ile göremediğimiz, ama akıl yoluyla kavrayabildiğimiz dünya arasındaki gerilim, sanat ve düşünce tarihini, politikayı da ilgilendiriyor. Görünür nesneler, bedenler yanıltıcıdır, üstelik kirletici. Hakikati kirletiyorlar. Aman dikkat! Aramızdan hainler çıkabilir, hâlâ bedenli olmakta, yeryüzünü bedenleriyle duyumsamakta ısrar edenler var. Bunlar yeryüzünün bulaştığı kirli bedenlerdir; bulaşan ve bulaştıran bedenler. Matrix’te Cypher, bedenli olmayı, ‘bir bifteğin ağızda bıraktığı sulu tadı’ duyumsamayı özlediği için Platoncu Morpheus’a ihanet etmişti. Sorun, bedenli olmak ya da olmamak. Duyumsadığımız imgeler, akıl yoluyla kavrayabileceğimiz ideaların eksik, yanıltıcı kopyalarıdır. Kokladığımız, tattığımız, dokunduğumuz dünyayı terk ederken, yaşamlar Korona ideasına göre tasarlanıyor; bir mağaradan çıkıp, bir diğerine giriyoruz. Bedensizleşme için teknik altyapılar çoktan hazır. Tamamen imgelerden oluşan ve imgeler aracılığıyla aklımızın ve algılama yetilerimizin manipule edileceği sanal mağara. Bedenlere gerek yok artık; bundan sonra tüm yaşamsal faaliyetler internet üzerinden gerçekleşebilir.

En iyi, en doğru, en güzel yaşam, yani ideal olan, korona ideasına göre yaşanabilir. Bu idea, steril bir yaşam ideasıdır; dışarısı virüs dolu; yeryüzünde yaşamak, mikroplarla temas etmek ve hastalanmaktır. Bedenler mikrop saçıyor, bedenlerden uzak durulmalı. Oysa Korona bir idea değil, yeryüzünün bir bedenidir; yakalanmayan, sürekli kimlik değiştiren, ele geçmeyen. Gerçek bedenleri, mutlak hakikatler olarak idealardan ayıran, oluş yaşamalarıdır. Virüsler mutasyon geçirip bir başka kimlikle karşımıza çıkabilirler. Korona ideası ile virüs gerçeği arasındaki yarılma, gündelik yaşantımızda yaşadığımız yarılmadır. Steril kimliklerinde asılı kalmış varlıklarla, sürekli oluş yaşayan tekil olanın ele geçmezliği. İktidar, kimliklendirdiği özneler için her zaman elinin altında ‘antibiyotikleri’ hazır tutuyor; adı üzerinde ‘yaşam karşıtı’. Özneler ne zaman yaşamı talep etseler, bastırılıyor.

Virüslerden öğreneceğimiz şey, yaşamın asla bastırılamayacağıdır. Koşullara göre hem cansız, hem canlı özellikler gösteren virüs bir geçiş formu olarak, inorganik olanla organik olanı, yeryüzünün taşı toprağı ile bedenleri birbirine bağlıyor. Bir göçebe. Yaşamlarını sabit ve steril kimlikler üzerine inşa etmiş yerleşiklerin büyük anlamlar yüklediği tüm yerleşik değerleri nasıl da değersizleştiriyor. En değerli olanın yaşamak ve asıl hapishanenin kimlik olduğunu öğretiyor bize. Nietzsche, yaşam için en tehlikeli koşullar altına bile, yaşamı korumak için hiç isyan etmeden kara uzanan, bir nevi kış uykusuna dalan Rus askerlerinden söz ediyordu. Virüs gibi şimdilik ölü taklidi yapıyoruz. Umarım kış uykusundan uyandığımızda mağaramızdan çıkar ve yeryüzünü, yaşamı çok daha güçlü talep ederiz.