Bu yazıyı seçim sandıklarının henüz oy vermeye açıldığı bir saatte, 7 Haziran saat 10 sularında yazıyorum. Oy verme işleminin sona ereceği saat 17’yi beklemeye teknik imkânlar pek elvermiyor. Çok gerek de yok. Nasıl bir seçime gittiğimiz ortada. Cumhuriyet tarihinin en kirli, en şaibeli, en çirkef seçimidir bu. Aslında kazananı, kaybedeni de bellidir. Çoktan belli olmuştur. Diyarbakır halkının onlarcasının katlini, Türkiye’yi kana bulayacak bir kaosu göze alacak kadar iktidar hırsıyla yanıp tutuşanlar, bagajlarında dosyalarca suç iddiasını saraylarına taşıyanlar, çoktaaaaan kaybettiler aslında. Er ya da geç, ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanacaklar. Hiç kaçarı yok. Anayasa ihlalleri o kadar sabit ki... Bütün mesele yürekli tarafsız bir yargıya ve arkasında duracak bir siyasi iradeye kalmış. O da er ya da geç oluşacak.

ÇOKTAN KAYBETTİLER...
Sandığın sonucu çoktan alınmış, gerçek kaybeden belli zaten. Ama uzun zamandır, özellikle de 17/25 Aralık’tan bu yana kaçıyor, teslim olmuyor, zaman kazanıyor, elindeki avucundaki mermiyi namluya sürüp gün kazanmaya çalışıyor. Aynı şeyleri bugün sandık başında, oy sayımında yine yapmak isteyecekler. Başkanlık sıtması dinmedi, muratlarına ermek için bugün de Diyarbakır çılgınlığı benzeri şeyler yaptılarsa, şaşırmayacağız, tıpkı Amed katliam girişimine şaşırmadığımız ve büyük bir olgunlukla boşa çıkardığımız gibi.

Ne var ellerinde oyun planı olarak, ne kaldı? RTE’yi Başkanlığa, AKP’yi tek başına iktidara taşıyacak bir seçim sonucu mu? Zor…Bunu kendileri de biliyorlar ki, Amed cinnetini göze aldılar, ama ellerinde patladı bombaları...

AZINLIK HÜKÜMETİ?
“Koalisyon yapmayız, azınlık iktidarı kurarız” diyorlar... Bunu deneyecekler. Ama neye, ne kadar dayanıklı olur bu?
AKP’nin kuracağı azınlık hükümeti Meclis’te güvenoyunu nasıl alacak? Alamaz ve devrilir... Ama yeni bir hükümet oluşumu gerçekleşinceye kadar iktidara yapışırlar. Anayasa’nın 116’ncı maddesi ‘Hükümetin güvenoyu alamaması durumunda, 45 gün içinde yeni Bakanlar Kurulu kurulmadığı takdirde Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı’na danışarak seçimlerin yenilenmesine karar verir’ diyor. Ne var ki ne sürede seçim yapılacağı belirtilmiyor. Bir yıla kadar yolu var. Yani RTE, AKP iktidarını 1 yıl daha iktidarda tutabilir. Bu sürede de elinden geleni ardına koymaz.

Diğer seçenekler, MHP’den milletvekili transferi, MHP ile koalisyon gibi senaryoları içeriyor. Ama MHP’nin de bunca şeyden sonra, AKP’nin hukuksuzlukları ile hesaplaşmadan, bir koalisyona yaklaşması intiharı olur.

SERMAYENİN İSTEĞİ
Burada, aktör olarak partilerin hamlelerinden uzaklaşıp bir de iç ve dış egemen sermaye sınıflarının beklentilerine, nasıl bir iktidar istediklerine dönüp bakalım.

Seçimin yapıldığı 2015, hem içeride hem dışarıda para ikliminin oldukça sertleştiği ve dalgalanmalar yarattığı kaygan bir konjonktür. İçeride TÜSİAD’ından yandaş sermayedarlarına kadar herkes yatırımı, önemli anlaşmaları askıya almış, istikrarlı bir siyasi yapı bekliyor. Büyümenin motoru yabancı fonlar, içeride istikrarlı bir siyasi yapılanma bekliyor.

Sermaye, muhalefetin güçlendiği, 12 yıllık AKP rejiminin ise kan kaybedip azınlık hükümeti ile zaman kazanmaya çalıştığı bir “çözüm”ü, çözüm görmez. Risk primi yine yüksek seyreder, yabancılar yine uzak durur Türkiye’den. Bu da düşük büyüme, artan işsizlik, düşmeyen enflasyon ve iç-dış açıkların büyümeye başlaması demektir ki, sermayeyi de, AKP’yi aşındırır.

İşte bu durumda, iç-dış egemenlerin kendi gönüllerinden geçen senaryolar öne çıkmaya başlayabilir de.

AKP-CHP?
Bu sütunda birkaç kez yazdığım gibi, ABD’sinden TÜSİAD’ına, anaakım medyasına gönüllerden geçen RTE’yi Saray’a kilitlemiş bir AKP-CHP koalisyonu… Buna CHP’liler, Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, “Hesap sormadan asla”, diye cevap veriyor. Ama böyle bir koalisyon için AKP tarafından Abdullah Gül’ün, CHP tarafından da Kemal Derviş gibi tepeden inmecilerin, anaakım medyanın koro şefliğinde, koalisyon mühendislik çalışmalarını seçimlerden hemen sonra yoğunlaştıracaklarını görmeye başlayabilirsiniz de…

SON SEÇENEK...
Elde ne kalır? Barajı geçmiş ve 50-60 milletvekili çıkarmış bir HDP ile CHP’nin , MHP’yi de hazmederek bir “Hesap sorma koalisyonu” kurmaları. AK faşizmi kuşatmak ve yaptıklarının hesabını sormak, yürütme-yasama-yargıyı olabildiğince yerli yerine oturtup tarafsız ve bağımsız bir yargıyı işler kılmak prensibi üstüne kurulu bir koalisyon…
Üç partinin de seçmenlerinin önceliği, yapılanların hesabının sorulması ve yargı önüne taşınmasıdır. Kokmuş tuzun yeniden tuz haline getirilmesidir.

Sandık, bu tür bir koalisyona imkân tanırsa, bu 3 partinin de böyle bir programı hayata geçirmeleri seçmenlerine boyun borçlarıdır, bundan kaçamazlar…