2011 Genel Seçim sonuçları üzerine yapılan çözümlemelerin çoğu beklentilerle sonuçlar arasındaki uyum ya da farka bağlı öznel değerlendirmelerden oluşuyor...

2011 Genel Seçim sonuçları üzerine yapılan çözümlemelerin çoğu beklentilerle sonuçlar arasındaki uyum ya da farka bağlı öznel değerlendirmelerden oluşuyor.

Umduğunu bulanlar doğru olduklarına iman ederlerken (AKP, BDP),  bulamayanlar (CHP; MHP, TKP, ‘Kemalistler’) hayal kırıklığı, öfke, birbirini ve seçmeni suçlama üzerinden yine kendilerinin doğru olduğuna inanmaya çalışıyorlar.

Sonuç odaklı doğruluk değerlendirmesinin sınırlamalarını bir yana bırakarak olup bitenin, gidenin ve gelmekte olanın ‘ne’ olmuş olabileceğine dair değerlendirmeler ise, çok yok. Belki sadece Doğu’da oy kullanımında aşiret etkisinin azaldığı yönündeki, kanıtları güçlü olmayan değerlendirmelerden söz edilebilir.

CHP’nin ‘Stockholm Sendromu’ abuklaması, sonradan Kılıçdaroğlu’nun da söylemek zorunda kaldığı gibi bir ‘geyik muhabbeti’nden öte anlamı olmayan çözümlemelere iyi bir örnek. Seçmen davranışını ruhsal bozukluk kategorisi üzerinden anlamaya çalışmak ne kadar cahilceyse, CHP yönetiminde Gramsci’yi ve onun hegemonya rıza kavramlarını Wikipedia’dan okumuş bile olsa bilen kimsenin olmadığını kanıtlaması da o kadar hazin.

Ana muhalefet partisi tepe yönetiminin seçim sonrası muhabbetlerinin geyik bölümünün düzeyi, partinin insan gücü ve donanımını göstermesi açısından ise ibretlik. Aslında bu hal bile anlaşılabilir. Elbet, örneğin İlhan Cihaner, Emine Ülker Tarhan, Süleyman Çelebi gibi kişiler de var bu partide ve fakat önümüzdeki dönemin CHP için sönümlenim ya da küllerinden yeniden doğma mücadelesi olarak geçeceği ve durumun pek umutlu olmadığı da açık.

Peki seçmen kime ve neden oy veriyor?

Mersin, Sinop, Artvin, Kütahya gibi illerde iktidar karşıtlığı neden beklendiği/ umulduğu kadar yüksek değil. İzmir’de AKP’ nin doludizgin gelmesinin ardında ne yatıyor? İstanbul’da CHP’nin uğradığı hezimetin kaynağı ne? Peki, bir şekilde kendisini sosyalist olarak tanımlayan partilerin bırakın kitleselleşmeyi oy verenlerin tümünün birbirini tanıyacağı kadar azalması nasıl açıklanacak? Son olarak Kürtlerin seçimden tulum çıkarmış kadar büyük başarıları sadece kimlik siyasetinin ve mücadele pratiğinin eseri mi?

Toplumlar, çok zor ve yavaş değişiyorlar. İnsanların zihniyet kalıpları ise daha da zor. Toplumsal devrimler ve rejim değişiklikleriyle insan zihniyetinin değişmesi arasında önemli ve çoğu zaman insan ömrünü aşan  süreleri bulan faz farkları var. Örneğin, kırdan kente göçen bir ailenin üyelerinin kırsal zihniyetten kentli zihniyete geçebilmesi, her şeyin yolunda gitmesi durumunda bile en az üç, dört kuşak gerektiriyor.

Üstelik bu değişim hiçbir zaman sınırları açık ve kesin sıçramalar şeklinde olmuyor. Biteviye bir devinim, eski ile yeninin hem toplumsal hem de bireysel düzeyde iç içe olduğu bir süreç işliyor. İşyerinde çalışırken tam bir kentli gibi davranan kişi evinde eşi ya da çocuklarıyla kurduğu ilişki biçiminde tam bir kırlı gibi davranabiliyor.

Üretim ilişkisindeki değişimin insan zihniyetine yansıması ve çoğunluğu oluşturması ise çok çok daha uzun sürelerde oluyor. Bu değişimi basitçe ideoloji ve onun hegemonya aygıtlarıyla açıklamak yeterli olmuyor.

AKP, seçmenin rızasını nasıl alıyor? Aslında bu soru daha sorulma anında yanıtın hatalı olmasına neden oluyor? Doğru soru AKP seçmenden aldığı onayın ne olduğunu sanıyor?

Bu onay, ağırlıklı olarak dindar bir hayat tarzına ve dinle bütünleşik bir milliyetçiliğe mi? Cumhuriyetten vazgeçip, Yeni Osmanlıcı bir cihan hakimiyet projesine mi? Asker-seçkin Kemalist vesayet rejimi yerine çoğulcu ve millet egemenliğine dayalı bir demokrasiye mi?

Eğer AKP, seçmenin bu düşüncelere onay verdiğini sanıyorsa ki galiba öyle, aslında mağlup sayılır bu yolda galip deyimi AKP için en doğru tespit olacaktır.

Önümüzdeki haftalar boyunca Türkiye’de değişen insan zihniyeti üzerine bir dizi tez ileri sürerek seçmen ya da toplum rızasının değişimi üzerine tartışacağım.