Bir başka yerde olsa yeri yerinden oynatacak şeyler oluyor memlekette! Özgür Özel’in bir İçişleri Bakanı’nın kamu kaynaklarıyla 8 bin trollük ordu beslediği açıklaması, bırakın bakan istifasını, hükümet devirir.

Muhalif kanallara akla zarar gerekçelerle verilen cezalar… Kanalları susturmak yetmeyince siyasetçi olmayan fakat konuşan gazeteci, mimar, sanatçı için de siyaset yasakları istemek… Herkesin bir belgeselci olduğuna tanıklık ettiği Sibel Tekin’i adı bile konamayan bir örgüte üye edip hapse atmak… Kavala’yı 1901 gündür hapiste tutmak… Tam da seçime giderken seçimin anahtar partisi HDP’nin hesaplarını bloke edip kapatmaya çalışmak…

Biraz daha geriye giderek saymaya devam etsem, kaç köşe dolar!

Peki, nereden çıktı mahalle? Siyasette mahalle “ehem”!

Ben o kadar eskiyi bilecek yaşta değilim ama Raşit Hoca’mdan (Kaya) öğrendiğim bir söz epeydir dilimde: Ehem mühimme müreccahtır! Ehem, “en önemli” demek ve özlü sözün Türkçesi “En önemli önemliye tercih edilir!

Seçimler için şunu söyleyip duruyorum: Masada olanı olmayanı herkesin kendi “önemli”si var ama kendi önemlilerimizi “en önemli”nin önüne koyarsak, hiçbirimizin önemlisi kalmayacak! “En önemli” de basit; Türkiye’nin bu tek adam rejiminden kurtarılıp, bir an önce kuralları ve kurumları olan, o kural ve kurumların da her vatandaş için aynı işlediği bir rejime kavuşturulması.

Bu ve sonrası için bir siyaset yapma biçimi olarak masalar, sloganlar, sosyal medya “önemli” tabii. Ancak, “ehem”, en önemlisi yani, mahallede olmak!

80 öncesi Ankara’nın Emek mahallesi devrimcileri olarak geçen ay bir yemekte buluştuk. “Sen niye geldin, sen orada stajyerdin” diye takıldılar bana.

Doğru, stajyerdim. Devrimciliğin sadece kampüs sınırları içinde yapılmayacağını bilen öğrenciler olarak, mahallelere gider, her evin kapısını çalabilen, her esnafla konuşabilen, mahalleye saldırıldığında savunabilen bir siyaset tarzının stajını yapardık.

90’lı yıllarda, bir radyomuz da olmalı dediğimizde, eski stajlarımızdan bildiğimiz Kırkkonaklar mahallesinde bir gecekonduda Radyo Arkadaş’tan “Biz arkadaşız!” diye seslenmeye başlamıştık. Seslenenlerden biri de şimdi İBB Meclisi CHP Grup Başkan Vekili olan Doğan Subaşı’ydı.

Doğan’ın mahalle çalışmaları rehberi niteliğindeki Mahalle Deyip Geçme kitabı geçenlerde çıktı. Siyaset yapan herkesin mutlaka okuması gereken kitap, çalışmak için CHP’nin en zayıf olduğu mahalleyi seçen birinin, doğru çalışıldığında, bir seçimden diğerine yüzde 9 oyun nasıl yüzde 36’ya çıkarabildiğine dair altın değerinde deneyimlerini içeriyor.

Bir mahalleli gibi mahallede olup, ayrımsız herkesle ilişki kurarak siyasetinizin temeline “sorun çözme”yi koyduğunuzda nelerin değişebildiğinin kanıtı Doğan’ın Mahalle’si!

Ankara’da adı 12 Eylül’de 19 Mayıs olarak değiştirilen Akgünler mahallesi vardır. 22 bin seçmenin olduğu ve 19 bin kadar oyun kullanıldığı, ağırlıklı olarak muhafazakârların yaşadığı mahallede bir “devrimci muhtar”, Ali Gölpunar, üst üste üç seçimi desteğini artırarak kazanıp 2019’da 10 binin üzerinde oy aldı.

Mahallede çalışmak iğneyle kuyu kazmak gibidir” diyor Devrimci Muhtar. “Biz ilk günden itibaren çocuklarla başladık. Çocuğa dokununca kadına, kadına dokununca bütün ev halkına dokunuyorsun. Kadın Dayanışma Evi’miz var. Çocuklara eğitim desteği veriyoruz. Yazları onları yüzmeye, deniz kamplarına götürüyoruz. Kadın tiyatro grubumuz, kadın koromuz var. Kadınlara el becerileri kursları yapıyoruz. İhtiyacı olan öğrencilerin evlerini döşüyor, ihtiyacı olanlara ev eşyası, giysi sağlıyoruz. Yıllardır ücretsiz Halk Şenliği düzenliyoruz. Hepsi dayanışmayla.

Mahalle Deyip Geçmemeli, mahalle “ehem”! Orada iğneyle kuyu kazmaya hazırsanız, 8 bin değil 800 bin trol sizinle baş edemez!

ÖZÜR VE DÜZELTME

Dr. Erdal Işık uyarmasaydı, bir yanlışın sürdürülmesine ben de katılmış olacaktım. Katıldım zaten. Uyarı için ona teşekkür ediyor, sizlerden özür diliyorum. Geçen yazıda Can Yücel’e ait diye yazdığım “Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatımız küfeler…” dizelerinin asıl sahibi geçenlerde yitirdiğimiz Pakize Suda.

Bazen bir şekilde aklımızda kalan bir dizeyi -kimin olduğundan gayet emin- şimdi tam yeri diye düşünerek, kontrol etmeden yazıveriyoruz. Yarım yamalak internet kontrolünde de karşımıza ilk çıkan uyduruk bilgi oluyor. Keşke Pakize Suda hayatta olsaydı da ondan özür dileyebilseydim. Umarım ışıklar içinde yattığı yerden o da özrümü duyar.