Geçtiğimiz aylarda gösterime giren The Watch/Gözüm Üzerinizde adlı sağcı komedi filminden ne zamandır söz etmek istiyordum; hazır Patriot (yurtsever)...

Geçtiğimiz aylarda gösterime giren The Watch/Gözüm Üzerinizde adlı sağcı komedi filminden ne zamandır söz etmek istiyordum; hazır Patriot (yurtsever) füzelerimiz de mahallenin giriş-çıkışlarını tıkamak üzere geliyorken fırsatı değerlendireyim dedim.

The Watch, açıkça milliyetçi bir ‘iyilikten maraz doğar’ sahnesiyle başlıyor: Bir markette gece bekçisi olarak çalışan Meksikalı Antonio o gün ABD yurttaşlığına kabul edilmiş olmanın sevinciyle markete gelir. Marketin yöneticisi Evan Antonio’yu kutlar ve nöbet sırasında raflardan cips ve kola alabileceğini söyler. Peki Antonio ne yapar? Aslında ‘ABD yurttaşlığı’na hiç de layık olmadığını gösterir: Önce kola yerine votka içer –hem de votka! Rus içkisi!- sonra da tek kişilik bir parti düzenleyip marketin altını üstüne getirir. Antonio’nun bir Amerikalı’ya hiç de yakışmayacak bu sorumsuzluğu yüzünden market –yani Amerika, yani dünya!- uzaylılar tarafından istila edilir. Neden-sonuç ilişkisi bağlamında hikayenin ideolojik örgüsü açıkça ortadadır: Eğer bu liyakatsiz -ve hiçbir zaman layık olamayacak- Meksikalıyı yurttaş yapmasaydık bu belaların hiçbiri yaşanmayacaktı… Neyse ki Antonio istilanın ilk kurbanı olur, epey kanlı biçimde ölerek ABD’ye karşı işlediği günahın bedelini öder.

Bu yabancı düşmanı açılıştan sonra filmin bizi karşılaştırdığı ikinci başlık ‘hukuksuzluk’tur. Daha doğrusu bir ‘kendi hukukunu kendin yap’ (vigilante) durumu… Antonio’nun ölümünü soruşturan polisler o kadar ciddiyetsiz ve beceriksizdir ki, ‘birileri’nin bu işe el atması gerekmektedir. Böylece Evan, masum ismi ‘mahalle gözcülüğü’ ya da ‘mahalle devriyesi’, gerçek ismi ‘milislik’ olan bir sivil ordu kurmak için kolları sıvar. Bu milis oluşumu için ilk çağrı bir stadyumda yapılır –arena… Hollywood’a yakışır bir ideolojik çiğlik örneği… Stadyumun sahibi de, ismini ve simgesini şu meşhur 300 Spartalıdan alan Spartan kulübüdür… ‘Burası’ olmayan bir yerlerden gelen her türlü istilacıya karşı bir avuç gönüllü kahraman, her şeye yeter!

Evan’ın bir ‘milis gücü’ olduğunu ısrarla reddettiği –onun tercihi: “endişeli sakinlerden oluşan kolluk gücü”…- bu milis gücüne katılan maço, silah tutkunu, şiddet düşkünü ve ırkçılığa meyilli adamlar başlangıçta işin ciddiyetini pek kavrayamazlar ama ‘Evan’ onların ciddileşmesini sağlayacaktır. Peki neden ‘Evan’?

Belki her geçen yıl biraz daha paranoyaklaşıyorumdur ama, özellikle son birkaç yıldır rahatsız edecek kadar sağcı bir ideolojik akış içeren bazı Hollywood filmlerinde baş karaktere Evan isminin verilmesi, Evangelizm kavramı bağlamında bana çok ilginç geliyor. Evan Almighty/Aman Tanrım’da da (2007) böyleydi mesela; tanrının görevlendirdiği ‘Evan’ Nuh peygamber rolüne soyunuyordu. Buradaysa Evan Tautwig –soyadını ‘azarlayan’ olarak çevirebiliriz- toplumun kurtarıcısına dönüşüyor. Şu vahye bakın: “Bizim görevimiz katilleri, hırsızları, uzaylıları ve bu mahallenin değerlerine zarar veren kişileri yakalamak.” Hele bir de Evan’ın mahalle devriyesi için tasarladığı kanatlı-haleli logoyu gördüğünüzde bu dinsel göndermeler daha da anlam kazanıyor.

Ama şu milis meselesi ‘Evan’ ismiyle kodlanan düşünsel yapıdan çok daha ürkütücü… Aslında bu ‘mahalle devriyesi’ olgusu doğrudan kendi dinamikleriyle gelişen bir şey değil, temeli 1895’te atılan ve bugün NCPC (Ulusal Suç Önleme Konseyi) tarafından yasal düzeyde örgütlenen bir yapılar bütünü… Asıl bu ‘yasallık’ kisvesi yüzünden daha da fena!

Michael Moore belgeseli Bowling for Columbine/ Benim Cici Silahım’da (2002), Michigan’daki milis örgütlenmeleriyle ilgili bir bölüm vardır: Hepsi de bir gün kendilerini korumaları gerekebileceğini söyleyerek evlerinde ve yanlarında mutlaka silah bulunduran, periyodik olarak bir araya gelip atış talimleri yapan, basitçe Ku Klux Klan’ın yeni versiyonu gibi görünen bir maço beyaz erkekler topluluğu… Aradan on yıl geçti ama Benim Cici Silahım günlerinden uzaklaşamadık maalesef –on yılda toplumların ne kadar geriye gidebileceğine dair hayret verici bazı örnekleri sizin de bildiğinizi sanıyorum-, tam tersine, milis güçleri giderek yayılıyor. En feci milis olaylarından birine Şubat 2012’de tanık olmuştuk, hatırlarsınız: Florida’da bir ‘mahalle devriyesi’, kapüşonlu montu yüzünden Trayvon Martin isimli bir siyahi çocuğu öldürmüştü…

Trayvon öldükten birkaç ay sonra ABD’de gösterime giren böyle bir film, ‘mahalle devriyesi’ adı verilen bu milis oluşumlarının nasıl sürekli düşman üreten, beyaz, paranoyak, ırkçı ve erkek bir aklın ürünü olduğunu gösterebilirdi, en azından ‘politik doğruculuk’ adına… Oysa öyle olmuyor; dört sıradan Amerikalı yurtsever (Patriot) mahalleyi, yani ülkeyi, yani dünyayı oldukça saldırgan uzaylıların istilasından kurtarıyorlar. Film deyip geçmeyin, bu işler artık böyle işliyor. İnanmazsanız kendi mahallenize bakın…