19 Aralık 2000’de düzenlenen Hayata dönüş Operasyonu adı verilen operasyonun, Bora ve Ataca planlarının uygulandığı Ümraniye Cezaevinde Uzman Çavuş Nurettin Kurt, tutuklulardan Ahmet İbili, Rıza Poyraz, Ercan Polat, Alp Ata Alçaöz ateşli silah yaralanmasıyla, Umut Gedik de solumun yetersizliğinden hayatını kaybetti.


Ölümlerin ve operasyonunu üzerinden 19 yıl geçti. Bu arada hem mahpuslara hem de operasyonda görev alan en alt rütbedeki erlere iki ayrı dava açıldı.
İlk davada mahpuslar yargılandı ve beraat ettiler. Mahkemenin gerekçeli kararına göre, o gün hapishanede bulunan mahpusların ne silahı vardı ne ateş açmışlardı ne de ölümlerden sorumluydular. Jandarma Uzman Çavuş Nurettin Kurt’un da operasyonu yapan askerlerce öldürüldüğü, davanın gerekçeli kararıyla kesinleşti.

Hatta operasyon günü Astsubay Ergün Çetin sol yanağından vurulmuş, er Ahmet Altınbaş kafasını sıyıran mermi nedeniyle yaralanmıştı. Bazı tutuklular da başından, ayağından ve gözünden ağır yaralar almış, bazıları sakat kalmıştı. Zaten davada ifade veren sanıklardan, o dönem Jandarma Koruma Bölük komutanı olan Uğur Pamukçu, Nurettin Kurt’ın diğer askerlerin açtığı ateş sonucu öldüğünü beyan etmişti.

Bu durumda mantıken, askerlere açılan davadan mahkûmiyet çıkması gerekirdi çünkü ilk mahkeme, dört kişinin asker kurşunuyla öldüğünü söylüyordu. Zaten dosyadaki delillere göre de, iki ayrı blokun iki ucundan karşılıklı ateş eden askerler bu esnada birbirlerini vurmuşlardı.

Ama öyle olmadı. Geçen hafta sonuçlanan ikinci dava da beraatla bitti. İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin son duruşma öncesinde değişen ve 19 yıllık olayın 15 yıllık davasının dosyalarını okuması imkansız olan heyeti, kararını açıklayıp gitti: Yargılanan 262 asker kasten öldürme suçundan, “aleyhlerine mahkumiyetlerine yeterli her türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı kanıt bulunamadığından” beraat etti, işkence suçu da zamanaşımından düştü. Ümraniye davası da böylelikle kapanmış oldu. 6 ölüm faili meçhul kaldı.

Heyetin okumadıkları arasında, müdahil avukatlardan Güçlü Sevimli’nin mahkemeye duruşma öncesi sunduğu ve davadaki tüm yanlışlar ile eksiklikleri anlattığı 45 sayfalık dilekçe de vardı.

Dilekçede, davanın “siyasi hukuk” gereğince üstünün kapatıldığı çok güzel açıklanıyordu:

“Operasyon, devletin cezaevlerindeki siyasi tutuklulara yönelik süregelen politikasının bir sonucuydu. Operasyonun amacı ölüm oruçlarının sonlandırılması değil, siyasi tutukluların F Tipi Cezaevlerine naklinin sağlanmasıydı ve ‘doğrudan imhaya yönelik’ gerçekleşmişti. Mahkeme de davanın başından itibaren gerçek bir yargılama yapmamış ve yargılamayı sürüncemede bırakma eğiliminde sanıkların ceza almaması amacına yönelmiştir.

“Operasyon devletin ilgili birimleri tarafından büyük öneme sahiptir. Bu açıdan da yargılama süreci yakından takip edilmektedir. Olay günü aslında nelerin olduğu, kimlerin bu operasyonda yer aldıkları gibi hususların asla ortaya çıkması istenilmemektedir. Bu bilgilere kamuoyunun ulaşması ve gerçek sorumluların yargılama sürecine girmesi devlet bakımından bir tehdit algılaması olarak alınmaktadır. Bu nedenle de yargılama süreci ilk başından beri açıkça hissedilen bir vesayet altında devam etmiştir. Bu yargılamanın gerçekten bağımsız bir mahkeme tarafından yapıldığını söylemek mümkün değildir.”

Mahkemenin kendisinden bekleneni yerine getireceğini ve askerleri beraat ettireceğini de öngören avukat Güçlü Sevimli yanılmadı, devlet yine şaşırtmadı.

cukurda-defineci-avi-540867-1.