Çocuğunun babasının kocası olmadığının ortaya çıkmasını “şükür elhamdülillah” sevinciyle karşılayan kadının görüntüleri izlenme, paylaşılma, yorumlanma rekorları kırdı. Olayı gurur meselesi yapan bir grup “ülkücünün” şehirlerinin adını rezil ettiği gerekçesiyle erkeğe şiddet uygulamaları, kadın ve erkeğin covid testlerinin pozitif çıkmasıyla da gündemden düştü haber. Yerini, Adana merkezli eş değiştirme (swinger) partisi “çetesinin” yakalanması ve partilerle ilgili ayrıntıların “ballandırıldığı” haberler aldı. Onun da ömrü uzun olamadı, çünkü “mevlam bu minvaldeki haberleri verdikçe veriyor”.

Sıradan insanların gündelik hayatlarının mahremiyet alanında olup bitenlerin öyle iddia edildiği gibi “yerli, milli ve muhafazakar” olmadığına dair haberler izlenme rekorları kırıyor. Hani marjinal bizdik zevzekliğiyle sarakaya alıp, sıradan insanı aşağılamaya kalkanların halkayı tamamlıyor.

Zamanımızın “göstermecilik” çağı olduğuna dair söylenen çok söz var. İnsanların biteviye, ne olduklarını, ne durumda olduklarını, ne yiyip ne içtiklerini, nereleri gezdiklerini ve ne satın aldıklarını gösterip durduklarına maruz kalıyoruz (görüyoruz). Sosyal medya uygulamaları, anlık olarak dünyanın her yerinden herkesin herkese erişebilmesini sağlıyor. İnternet erişimi olmayanlar için televizyon var. İkisine de sahip olmayanlar zaten “insan” olarak da pek hesaba katılmıyor.

Ama, tüm bu gösterme çılgınlığı mahrem olana (gösterilmeyene) olan merakı azaltmak bir yana daha da artırmış durumda. İnsanların sosyal medyada gerçekte olmadıkları hallerini göstererek, beğenilme tatmini, “ben de sahibim” cakası satmaya çalışmalarından; göstermenin bir pazarlama yöntemi olmasından öte bir durum var.

Herkes, “göz önünde” yaşananın bir yanılsama olduğundan, “gösterilenin” gerçek olmadığından kuşkulanıyor. Ama kendi yaşadığının “gerçek” olup olmadığından da kuşkulanıyor. İnsanlar, başkalarının “gerçekten” ne olduklarını, nasıl yaşadıklarını, ne yaptıklarını çok merak ediyorlar. Bu merak, satın alınanlar, yiyilip içilenlerden çok “evin içinde”, “perdelerin ardında” ve özellikle de “yatak odasında” ne olup bittiğiyle ilgili.

Gösterilenin ardında muhakkak “başka bir şeyin” olduğuna dair kuşkunun kaynağı ne olabilir? Kendisinin yapıp ettiklerinin (hayat stilinin) hangi sınırlar içinde olduğuna dair hissedilen belirsizlik bu merakın en önemli nedenlerinden biri olabilir. Bir diğeri de “benim yapmayarak kaçırdığım ama başkalarının gizlice yaptığı bir şeyler olabilir mi, sorusu.

Egemenliği elinde tutanların gösterişli görkemi ile alnı secdeden kalkmaz görünenlerin yolsuzluk, zenginlik ve cezalandırılamazlık hikayeleri herkesi etkiliyor. Böyle söylüyor, görünüyor ama kim bilir neler yapıyor ile o kadar güç ve para bende olsa neler neler yapardım hayali iç içe geçiyor.

Gösterilenle gerçekte olan arasındaki bölünmenin en karmaşık yaşandığı alan cinsellik. Arzu “normal”, “suç” ve günah” üzerinden sınırlanarak inşa edilir. İki reşit insanın kendi özgür iradeleriyle aldıkları karara bağlı olması gereken cinsellik, aynı anda kışkırtılıyor, denetleniyor, cezalandırılıyor ve bastırılıyor.

Dinci muhafazakar otoriterlik, kendince bir norm koydukça, suç ve günahın sınırlarını genişlettikçe, uymayanları ceza ve cehennem ateşiyle tehdit ettikçe, sıradan insanda “mahrum mu kalıyorum” endişesi ile acaba yaptıklarımla sınırı ihlal mi ediyorum merakı iç içe geçiyor. Böylece ötekinin mahremiyet alanına yönelik röntgenci merak artıyor.

Baskı ve cezalandırma özgürlükten kaçışa ve boyun eğermiş gibi yapmaya yol açmakla kalmıyor, neyin “özgürlük” olduğunu da belirliyor. Sanki özgürlük, yasaklananı yapabilmekten ibaret sanılıyor.

Biraz ayrıntı olacak ama meraklısı için psikiyatrik bir kavram olan “dissosiasyon” (çözülme, bölünme) vakalarının son yıllarda olağandan fazla artması da bu dinamikle ilişkili görünüyor.